Perşembe, Şubat 26, 2009

Cüce Şubat'ın son günleri...


Nice zamandır görüntü eklememişim bloguma... Kısmet bugüne işte... Şubat ayı da gitti gidiyor... Güle güle derken Şubat'a ardından bir kaç anı olsun diye çekiverdim işte. 
"Soğuktu ve yağmur çişeliyordu!"
Evet ya aynen filmin adı gibiydi bugün İstanbul... 
İşte bir üç karede İstanbul benim gözümden...




İstanbulum... Ekmeğim, aşım... Dert ortağım... 
Her köşesinde bir "ben" saklar... 
Bu yüzden hiç kaybolmam şehrimde ben... 
Ne yetimliğim gelir aklıma, ne yalnızlığım... 
Öyle sıkı dosttur İstanbul bana...
Yağmurda da güzel, karda da...
Bir gün belki kısmetse mezarım...




Kadıköy'e geçtiğimde Çarşıiçi'nde bu güzel sığırcık sürüsüne rastladım. 
Kilisenin bahçesindeki çıplak ağacı bir güzel giydirmişlerdi ve de üstelik harika bir koro da oluşturmuşlardı... 
Muhteşemdiler muhteşem... 
Hoş geldiniz sığırcıklar... Yolculuk nereye?




Ve dönüş yolu... Yağmur akşama doğru azalmadı Teoman'ın dediği gibi:) Aksine biraz daha fazla yağmaya başladı... Benim dilimde hâlâ Şehir Hatları olan kuruluşa(İDO) yeni katılan Fatih Vapuru'ndayım Kabataş'a doğru... Modern bir vapur bu Fatih... Karşımızda emektar Şehir Hatları vapurundan nasıl görünüyor Fatih'i acep? 
"Vay delikanlı bana yani dedene hava mı atıyorsun?" falan mı diyor acaba:))
Panoramik camları en güzel yanı geldi bana. Hemen bir cam kenarına ilişip bi sıcak çay aldım avuçlarımın içine... İnsanın dikkatini sürekli üstüne çekmeye çalışan plazma ekranlardan uzaklaşıp kendimi olabildiğince üstünde yüzdüğümüz kararan sulara vermeye çalıştım durdum. İçimden içimden mırıldandım sanki... "Akşam oldu hüzünlendim ben yine..."
Kızkulesine selam ettik... Kabataş'a vardığımızda ne çımacı gördüm, ne halat... Bir lüks salondan pat diye çıkıverdik iskeleye... Alışmışım ya... Gözlerim aradı çımacıları. Baktım onlar ayrı bir bölmede yolculara hiç görünmeden bağlamışlar vapuru iskeleye... İskele sorunu da yok artık. Bu da iyi yanı işin. Artık kim denize düşecek diye yüreğimiz ağzmıza gelmeyecek:))
Ama alışkanlıklar var işte... Ne vapurun makina dairesi görünüyor ne çımacılar...  Kedileri olurdu eskiden makina dairesinde çalışan makinistlerin... Vapurda kedi! İlginç değil mi? Valla vardı benim çocukluğumda:)) Kaptan köşkü'ne nasıl geçiliyor acep? Merak işte... Eski vapurlar geldi aklıma... O eski kaptanlar... Saksılarla çiçek beslerlerdi kaptan köşklerinde... Martıları dahi vardı bir çoğunun... Nane şekeri almadan olmazdı vapurlarda... Çaycılar, sandöviççiler, nane şekerciler bembeyaz önlükler giyerlerdi. Bugünün büfecilerine hiç benzemezlerdi nedense... Mis gibi taze demli çay içilirdi vapurda her dem... Sıcaklarda buz gibi limonata, soğuklarda bol tarçınlı sahlep... Şimdilerde bi Ülker'e destek amaçlı bir cafecrown satılıyor ki sormayın gitsin vapurlarda... Limonata yerine "taze sıkılmış" adı altında yapay meyve suyu... Herşey biraz biraz değişir oldu; tadı tuzu kaçar oldu... Yoksa bana mı öyle geliyor? Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir sözü yine önüme düşüyor.
İşte üç kare ve bana yazdırdıkları...


Yazmın sonuna eklemeden edemeyeceğim...
Galatasaraylı olanlara bu gece ne mutlu! Tabii ki bana da:)
Tanrı yolunu açık etsin Cimbom...

Hiç yorum yok: