Perşembe, Ekim 30, 2008

MUSTAFA! (Sponsorun kim senin?)

Gün bugün dediler ve güzel güne tezgâh kurdular. Benim saf halkım da yuttu bu yemi!
Her yemi sormadan sorgulamadan yuttuğu gibi.
Konuya hemen dalacağım.
Kendimi çok bile tuttum aslında bu konuda yazmamak için.
Ama ben yazmadıkça okuduklarım bana daha da ağır gelecek.
En azından kendime saygımı yitirmemek adına hemen yazmak istiyorum.
Nedir konu derdeniz kısaca konun adı:"Mustafa"
Hani Can Dündar'ın yapım ve yönetimini üstlendiği belgesel formatta hazırlanan film...
Kişileri bireysel olarak kendinize yakın bulur seversiniz. Ya da tam tersi hiç sevmezsiniz... Can Dündar bu konuda bana göre çok tehlikeli biri... "Biri" demek basitleştirmek için kullandığım bir sözcük değil asla. Umursamadığım kişinin benim için "biri" olması da olmaz.Can Dündar romantik kalemi olan bir tuzak ben gibi romantizmin içinde yüzenler için. Bu ince duvarımı iyi bildiğimden kendimi hep korumaya alırım. Zayıf duvarımın arkasında destekleyici durmam gerekebilir çoğu zaman. Yoksa mikrop kapabilirim. Nasıl mı? Özelden genele doğru düşünecek olursam eğer bu film bana baştan kurulmuş bir tuzaktır. Aslında çok çok araştırma sonuçlarıyla oturup uzun uzun yazı hazırlasam herhalde yazı dizisi olabilir bu konu ama ben kısaca içimi dökmek istiyorum.
Can Dündar 29 Ekim 1923 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin çoktan miadını doldurduğunu ve yerine yeni bir cumhuriyet kurulması gerektiğini savunan Soros beslemesi oluşumun içinden bir kişidir!
Bu oluşum içinde olan kişiler uzun süredir tüm medayada arzı endam etmektedirler. Ekonomik, politik, sosyolojik, psikolojik, stratejik her sorunumuzu yaratan da da sözde çözüm bulurmuş gibi Türk halkının karşısında timsah gözyaşlarıyla çıkanlar da onlardandır. Bizler saf Türk halkı nedense gerçekleri hep sonradan canımız yanınca öğreniriz.
Şimdi sözü nereye getiriyorum?
Biz Atamızı çok severiz... O'nun adının, görüntüsünün, sesinin geçtiği her yöne adım atmaktan çekinmeyiz. Ama ne olur bu sanal çekim alanlarından uzak durun! Herşey gördünüğü gibi değil. Mustafa filmi bir oyun! Türk halkını kandırmak Atatürkçü düşünceyi yozlaştırıp törpülemek için yapılmış bir oyun... Tıpkı daha önce Tolga Örnek'in yönettiği adının içinde tek Türk sözcüğünün geçmediği Galipoli filmi gibi...
Atatürk'ün sağlam temeller üzerine kurduğu ve dünya durdukça varolacak Cumhuriyet'i daha 85. yılına bile gelmeden bitmiş diye niteliyen sapık akımın üyesi bir adamın çıkıp da Cumhuriyet'in 85. yılında Mustafa diye bir belgeseli bize dayatmasına karşıyım. Kendini Atatürkçü ya da Kemalist diye niteleyen kişilerin bu filme destek vereceklerini de sanmıyorum. Umarım zokayı yutmadınız, bu filme sponsor olmadınız!
Aldatılmayı başından farkedip da yanlıştan dönen Turkcell'i de buradan kutluyorum...
Zaten Türkiye içinden aslında bu filme hiç bir kurum ya da kuruluş sponsor olmasa da yine çekilip gösterime girerdi. Arkalarında aslan gibi(!) Soros varken:)) İç sponsorlar göstermelik...
Bana tek referans yine Atam Türk Atatürk'ten geliyor:
6 Mart 1922 TBMM 'de yaptığı konuşma nasıl da herşeyi anlatıyor:
"... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nın en önemli devletleri, Türkiye'nin zararıyla,
Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen,
milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler,Türkiye'nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı.
Türkiye, Viyana'dan sonra Peşte ve Belgrat'ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya,
Almanya'da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir."

"... Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette, o
şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa'nın bütün
ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye'yi yok etmeye girişenler, Türkiye'nin ortadan
kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye'nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye'yi ıslah etmek, Türkiye'yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir."

"...Oysa güç ve kuvvet, Türkiye'de ve Türkiye halkında olan gelişme
cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak,
milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu
düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan nasihat almak
bütün işleri Avrupa'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan
almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki
yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olanbazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok
gerilemiş, daha çok düşmüştür."

"...Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne
yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlak bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu 'maneviyatı'yla sona eren bir yol üzerinde
bulunuyordu. Doğu'yla Batı'nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı'ya
yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu 'maneviyat'ından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka, bir sonuç beklenemez (bundan)."

"... Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye'nin, Türk
halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar
karşısında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye'yi âtıl ve çekingen bir halde
tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye'de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret
ediyorlardı. Diyorlardı ki "Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam
olmamıza ihtimal yoktur." Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara kayıtsız şartsız
bırakmak istiyorlardı. 'Onlar bizi idare etsin' diyorlardı."


Mustafa Kemal ATATÜRK
6 Mart 1922
(Meclis konuşmasından.)
İş bankası kültür yayınları: TBMM Gizli celse zabıtları cilt-3

Yolundayız Atam!

Hiç yorum yok: