Çarşamba, Haziran 11, 2008

Yaşamak üstüne ahkâm kesmek...



"Yaşamak şakaya gelmez" demiş Nâzım! Güzel çok güzel de yaşamamak da şakaya gelmiyor ki! gittin mi gidiyorsun... Diye sorularla uğraşıyorum bugünlerde kendimce... Madem burda birşeyler yazmak için varım. Biraz da ölmek, kalmak, yaşamak hakkında bende biraz ahkâm kesmek istedim. İstedim ama benim aslında yaşamak konusunda genetik olarak pek sağlam bir geçmişim yok . Ailemdeki erkekler nedense hep zamansız gitmişler gibi gelir bana. Gerçi her ölüm erken ölümdür!
Anneannemi de yakın bir tarihte kaybettiğimde 84 yaşındaydı... O'nun ölüm haberini aldığımda erken olmadığını düşünmüştüm soğukkanlılıkla. Oysa zaman geçince hayatımdaki yerini ve kalan koca boşluğu görünce "çok erken gittin anneanneciğim " dedim..
O'ndan öğrendiğim ne çok şey vardı benim. Yeşil gözlü bembeyaz bir Çerkez kadınıydı. Aşık olmuş dedeme de bir görüşte... Bir subayla nişanlıyken dedeme varıvermiş... Dedem öleli yıllar geçmiş olsa da O'nu her andığında sesi titrerdi...İstanbulca bildiğim ne varsa en çok O'ndan öğrenmişimdir. O'nun Türkçesi bile çok farklıydı. Başka birini göremedim O'nun Türkçesiyle konuşabilen... Hiç kimsenin yemeğini O'nun yaptığı yemekler kadar lezzetle yiyemedim yaşam boyu... Bebekliğimden beri O'nu hep o küçücük mutfağında ocak başında koşturken izledim... Disiplini ilk kez O'ndan öğrendim.. "Efendim" demeyi keza.. "Şirinnnnnnnnn" diye seslenirdi bana mutfaktan... Bir kez dalmışım oyuna.. O seslenince "haa" dedim... Çok net hatırlıyorum... Bir daha seslendi.. Ben bir daha "haaa"... Bir daha seslendi... Uyarma ala yoktu O'nun kitabında... Anladım ki anneannem "haaa"ları duymuyor... Evet dedim "efendimmm annaneeeee" dersem duyacak:)) Duydu... Ne mutlu olmuştum... Bir daha asla "haaa" demedim ne anneanneme ne başkalarına...
Duydun mu anneanneciğim... "Efendim anneanne!" Umarım duymuştur...
Şimdi yaşamla ölüm arası yazınca tabii ki diğer aleme gidip geliyorum. Hatıralar sardı dört bir yanımı... Dedemle büyükbabam arka arkaya göçüp gittiler ben daha henüz 5 yaşlarındayken... Hasretleri hiç dinmedi içimden... Bir diğer kişi sevgili babam... O da gitti zamansız... O'nun gidişi çok ama çok koydu... Bilseydi bu kadar bana acı vereceğini gitmezdi babam...
Neyse sonuçta gittiler mi gittiler...
Yahya Kemal'in dediği gibi midir ki acep oralar?
"Artık demir alma günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Bîçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok sefer"

Bence burda Yahya Kemâl'de ahkâm kesmiş gibi:)) Ne malûm memnun oldukları gidenlerin ki? Var mı gidip de geri dönen oralardan.. Oraları ya da orası her neresi ise?
Bilsek oraları burda daha mı gergin daha mı rahat yaşarız... Belki hiç yok orda bir şey!
HİÇ olmak en zoru insanoğlu için... Hiç bir insan da ateist de olsa asla hiçlik duygusuna kapılamıyor... Hayvanlar ise bu konuda nasıl düşünüyor; bilemiyoruz! Köpeğin dünyayı siyah beyaz gördüğünü keşfeden bilim onların varoluş ve ölüm hakkındaki düşüncelerine varamıyor... Daha bir kaç yıl önce acı bir deneyim yaşadım. Kedim gözlerimin önünde hasta oldu ve ellerimde can verdi. Çok huzursuz olmuştu yanımda ölmekten. Olabildiğince yalnız bırkmaya çalıştım ama ben insandım ya. Bırakamadım onu öyle yapyalnız. Giderken son anda göz göze bakışmıştık. Kediler için ölüme gidiş kesinlikle yalnız gidilen bir yol. Ölüm vakti gelince toz olurlar ortadan... Tam bir sırra kadem basıştır onların gidişleri... Sanki bir kara delik yutar onları... İnsanların da var böyle gidişleri elbette... Kimi insanlar nasıl yok olurlar sevdiklerinin gözlerinden... Bir yerlere giderler hani de bir daha dönmezler... Sevdiklerinden uzakta terkederler bedenlerini...
Davetli davetsiz herkes gidebilir bu dünyadan... Kimileri vardır hani sırası gelmeden öne geçip atlayanlar... Arapçası "intihar" Türkçesi "kendini öldürme"...
Varolmanın dayanılmaz hafifliğinin keyfini sürmek istemez bazılarımız ya; "basıp da gideyim" der. Gitmek ne kadar zor diye düşünürüm yıllardır! Hep bir engel çıkar insanın önüne... Gitmek mi zor kalmak mı zor! Bende bir araştırma yazınında okumuştum kalmak gitmekten daha zormuş aslında... Kalmak daha ölüme acıya katlanmak isteği imiş... Kendi isteğiyle gidenler aslında çok büyük bir yaşama gücü taşıdıklarından giderlermiş... Ve çoğu gidenler aslında son anda kurtulsalar kesinlikle asla ölmek istemezlermiş. Bu ne karışık bir durum. gerçekten içim bulandı. Ya git; ay gitme! Hani asla öyle "atla, atla" diyenlerden değilim yapı olarak ama eğer kara verdiyse kişi acaba kesin yolu mu denemeli... Arkasından ne bir iz ne bir not bırakmamalı... Sanki buhar olup uçmalı evrenin karanlığına karışıp...
Of bu yazı beni aştı! Ve benim baştacım Yahya Kemal Beyatlı yetişti! Her nerdeyse O şimdi! Eminin bize meçhul yerde mutluluğu bulmuştur...
"Düşünce" koymuş şiirinin adını:
Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?
İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!
"Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.
Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.
Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!
Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi

Hiç yorum yok: