Cumartesi, Haziran 02, 2007

Bir Haziran sabahında mırıldanma...



Şehrin tam göbeğinde oturmama karşın yine de tatil ve de yaz ise günlerden biraz olsun sakin olur ortalık... Sofrasını erken kuranlardan olduğumdan musibet sokak satıcılarından evvel bol bol kuş cıvıltıları ile kahvaltı yapabiliyorum... Gözümü kapadığımda bambaşka yerlerin hayallerini kurabiliyorum bu kuş cıvıltıları sayesinde... İyi de varlar... Bir de zırt pırt araba geçmese yoldan... Şöyle su sesi gelse bir yerlerden... Öğlene kadar güneş almaz evin batı yakası... Bu yüzden sabahın en gözde köşesi evin salon tarafı... Daha güneş doğmadan bu yöne iltica ederim her sabah... Şekerleme faslı bu tarafta sürer... Yazın bir yerlere kaçıp gidemesem de kentler boşalır ya az da olsa, bu bile rahatlatıyor beni... Okullar daha kapanmadı... Karne günü de geçsin gitsin... O günler de pek şenlikli geçer bizim evin önünde... Yol boyunca mezun öğrencilerin birbirlerine attıkları yumurtalardan nasiplenmeniz de olası bir durum... Ben bu konuda artık oldukça deneyim kazandığımdan neyseki yumurta yemeden geçirebiliyorum bu günleri... İmzalanan gömlekler, salaya sümük ağlayan genç kızlar... Birbirlerine el ense çeken delikanlılar... Kızlar ya da erkekler için birbirlerine tekme-tokat ya da saç saça baş başa giren delikanlılar gençkızlar... Bu görüntüler her haziran artık aşina olduğum olaylardan... Bekliyorum şimdi bu görüntüleri... Ki arkasından sakin yaz gelsin...
Camlar, balkonlar açık artık bizim evde... Tüller, perdeler özgür alabildiğine... Kapalı alandaki çiçekler balkona çıktılar artık... “Oh be!” der gibiler... Onlar da içerde yaşamayı pek sevmiyorlar... Balkona çıktıklarından beri daha neşeli daha canlılar.... Ortanca ve Hanımeli var arka balkonda... Haziran’a girmeden coştular bu yıl...
Haziran denince aklıma hep deniz düşer benim... Çocukluktan kalma bir düşünce sanırım...
“Ne zaman denize gireceğiz?” “Haziran gelince....” Beklerdik hep Haziran’ı...
Basınköy’de blokların sağında solunda tarlalar vardı bir zamanlar... Haziran gelmeden gelincik basardı tarlayı... Biz gelincikleri toplar şurup yapardık çocuk halimizle... Babamın rakı şişeleri bu işe yarardı... Gelincikler bittiğinde yaz başlıyor gibi olurdu...
“Hadi Haziran geldi, plaja gidelim artık...” derdik...
“Yok, durun bakalım!”
“Neden?”
“Karpuz kabuğu denize düşmedi!”
Ah işte bu söz bizi fena vururdu... Nerde o zamanlar hormonlu karpuzlar... Herkesin denize girmesini ikna etmek için karpuz kabuğu denize düşmeli... “Ah” derdim... “Geçen yıl biraz karpuz kabuğu saklasaydık keşke denize atmak için:) “ Çocuk aklı...
Bu yüzden midir acaba her plaja gidenlerin elinde kolunda karpuz oludu:) “Bakın denize gidiyoruz ama zamanı da geldi yani artık” der gibi... Basınköy’den denize inmek kafilelerle olurdu... Menekşe’de Basın Plajı’na gidilirdi... Herkes birbirini tanıdığından genelde toplu bir gidiş olurdu her gün... Tüm gün denizden çıkmamacına deli gibi suda geçerdi... Dudaklarım hep mosmor tit tir titrer oludum Haziran’larda... Annemim azarlarına daha fazla dayanamaz ancak çıkardım sudan... Ne söylenirse tersini yapan bir çocuk olduğumdan en büyük zevkim elimde deniz anaları ile güneşlenen hatunların arasında kumlarda yürümekti... Kızgın bedenlerine deniz analarından ve de benden sıçrayan sula yüzünden ayağa kalkan hatunlar yüzünden annemim başını az belaya sokmadım... Özellikle annemin hem de çocukluk arkadaşı olan Sevda teyzeden bir iki çimdik yemişliğimde vardır anılarımda... Acısını asla unutmam..Sanki deniz kaybolup gider diye sandöviçlerimi meyvelerimi bile denizde yerdim.. Sabah saatleri dolu dizgin inilen yokuş gecenin yarılarında yorgun savaşçıların yokuş yukarısı inleme sesleriyle dolardı... Bu sırada en büyük yükü babalar çekerdi... Sırtlarında omuzlarında uyuyan çocuk bulunurdu kesinlikle... Bir de yıldızların aydınlattığı tarlaların yanından geçerken yorgun deniz savaşçıları biz küçük veletler için ne güzel efsaneler anlatırlardı... Hem korkar hem de dinlemekten zevk alırdık... Basınköy’ün girişinde oltayla tutuğumuz balıkları kedilere verirdik.. Kim bize duş yaptırdı da yatağa nasıl düşerdik... Kimiz kara, kimiz istakoz gibi kırmızı çocuklar olarak uyanırdık yeni doğan güne... Sabah kahvaltısından sonra yine başlardık mırıl mırıl annemin çevresinde gezinmeye...
“Plaja ne zaman gidiyoruz?”

1 yorum:

Adsız dedi ki...

haziranıda eskitmeye başladık , bak şunun şurasında ne kaldı temmuza...
haziran ayı sevilen bir aydır, tatil, okul yok, sorumlulukların askıya alındığı, lay lay lomların ençok yaşandığı bir zaman dilimi.
bu haziran umuyorun diğerlerinden daha guğurlu gelir, şans getirir hepimize...
hoşçakal..