Cumartesi, Mart 31, 2007

Şirin Leylâ'yı izlerse...

Aşk... Var mı, yok mu? Tartışıyor hâlâ insancıklar... Kimisi "yok" der kolayına kaçar, kimi "var" der yanar da yanar... Kimileri var ki ortalarda dolanır durur, havayı koklar... Çoğunluk da sanırım bu kesimden... Hep ortalarda olan... Neden bahsediyorum ben damdan düşer gibi ...
“Aşk” dedim başladım ama neden? Dün akşam İstanbul Şehir Tiyatroları’nda gösterimde olan
Leylâ ile Mecnun müzikaline gittim de, bu yüzden aşkı doladım bugün dilime.. Sıradan bir izleyici gibi girdim oturdum salona... Ama oyun başlayıp da perde açılınca Şirin oldum birden... Şirin Leylâ’yı izlemeye başladı...
Leylâ! Yılın en kara gecesi! Adını böyle koyarlasa sonu böyle olur işte... Derler ya eskiler “ismiyle müsemma”... Sen kalk kıza “yılın en kara gecesi” anlamında Leylâ adını koy, sonra o kızdan hayır bekle... İki kız kardeş vardı... Handan ve Nalan... Handan, güldüren demek bilirsiniz... Nalan’da ağlatan demek... Bak şimdi yalnızca kafiye olsun diye kıza nasıl ad koymuşlar... Bana da Şirin demişler ya... pek kafaya takmasam da hep düşünürüm arada sırada... Yapılır mı bu bana :( Zaman zaman Şirin sandım kendimi... (sanki değilim) Çok acı çektim böylesi anlarda... O an’lar ki bazen ömür sürer... Ve ortaya böyle dökülür gelir yıllar içinde... İşte böyle bir sürü haller içinde izledim oyunu... Kays’ın Mecnun’a dönüşmesi miydi acı olan, Leylâ’nın nâr gibi yanması mıydı... Vermediler de başları göğe mi erdi Leylâ’nın annesinin babasının... Ya Mecnun tarafı çok mu bahtiyar oldular Leylâ’yı oğullarına almamakla... Olan herkese oldu... Bir toplumsal sorun oldu... En sonunda çöllerde rast geldi Leylâ Mecnun’a.. “Bak işte ben burdayım” dedi... Ay çıldıracağım... “Yok olmaz “ dedi Mecnûn...İşte tam burada Şirin girdi devreye... Leylâ’ya yaklaştı yavaşça:
“Yahu bu senin Mecnun gerçekten kafayı yemiş... Bak benim Ferhat böyle mi yaptı... Ablam beni vermemek için olmayacak bir şey istedi Ferhat’tan.... Ama Ferhat oldurdu onu... Su getirmek için çalıştı yıllarca... Böyle geçti bizim yıllarımız sonunda ölümde kavuşsak da”
Leylâ pek alındı bu söze:
“Sen ne demek istiyorsun şimdi Şirin? Mecnun’a iş verdiler de çalışmadı mı? Ne yapsın çölün orta yerinde? Senin Ferhat’ın kolaysa gelsinde çölden su çıkarsında göreyim ben onu... haahayy...”
Eyvah! Durum kızıştı... Senin aşkın mı daha büyük benim kimi durumlarına geldik... Şimdi bu Leylâ saçıma da dalar benim... Yolar kesin... Neyse çok geçmedi de annesinin kucağında terk etti dünyayı... Ben nerdeyim? Hâlâ İstanbul’da... Ferhat'ım ? O nerde?
Dışarda sert hava... Ayaz mı ayaz... Çıkışta aynı gece İstanbul Film Festivalin'in de açılış törenin yapıldığı Lürfi Kırdar Kongre Merkezi'ne komşu durumda olduğumuzdan bir kalabalık içine düşüyoruz...Büyük oğulla gittiğimden arkadaşlarını görmek üzere kulis çıkışına doğru gidiyoruz... Kollarımda tüm gece Leylâ’yı izlemiş bir demet beyaz lale var... Sahibine verilmeyi bekliyor... Leylâ geliyor Şirin’in yanına... Ama ben laleleri Leylâ’nın annesine veriyorum... Mecnun Leylâ’yı dağlarda açan lalere benzetmişti... Ben de "alın size beyaz Leylâlar... “ diyorum... Çok hoşuna gidiyor Güzin hanımın... Ayak üstü konuşuyoruz ordan burdan... Bana soruyorlar oyun hakkındaki düşüncelerimi... Uyumamak için çok zorlandığımı itiraf ediyorum.. Nedeni oyunun müzikleri ve de düşük temposu... Ben eleştirmen değilim ne haddime... Ama izleyici gözüyle durum böyle... Benim değil tüm salonun nerdeyse ortak sorunu idi “uykumuzun gelmesi”... Arada sağımdaki solumdakilerden de duyduklarım...
Fuzulî’nin eşşiz yapıtı daha da kötü oyunlaştırılamazdı sanırım... Oyunun bu kadar kötü yazılmış olması ama izleyici tarafından da ayakta alkışlanmasının tek nedeni oyuncuların mükemmel olması idi... Çok güzel bir genç kadro geliyor sanat alanında... Öyle güzel birikimleri var ki... Yaptıkları sanata inanıyorlar... Yüreklerini koymuşlar... Bunu hissediyorum... Parasal çıkarlar peşinde değil sanatı sanat için yapan genç sanatçılarımız var... Ben onlarla gurur duydum dün gece... Hepsini kutluyorum başarılarından ötürü... Sabır diliyorum onlara bu kara günlerimde ülkemin... Geçecek bu günler, aydınlığa çıkacağız hep birlikte... AKP ve kafa yapısı yok etmeye çalışsa da sanatı biliyorum ki kendileri yok olacak !
Tek tek binbir bahane ile yıkıyorlar sanat yuvalarını... Üstelik adı Atatürk ise çok korkuyorlar böyle yerlerden... Üsküdar sahnesi yıkıldı... Atatürk Kültür Merkezi yıkılacak! Harbiye Muhsin Ertuğrul sırada... Fatih’deki Reşat Nuri Sahnesi güya tarihi dokuya uymuyor diye bahane edilerek yıkılacakmış... Ne diyeyim ne yazayım... Bu dar kafalı, örümcek beyinlilere... Yıkıp da buralara dilenci haline getirdikleri cahil halk kitlelerine iftar çadırları kuracaklar besbelli... Ya da cami kondururlar memleket de cami çok az diye... Ya da babalar gibi pazarlarlar pazarlamacılar...
Türkiye’nin de en kara gecesidir bu iktidar! Bu Leylâ!
Ey Leylâ! Git artık!

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Genç oyuncularımız takdir ediyorum. Daha büyük başarılara imza atmalarını diliyorum. Umarım onlar bizden daha şanslı olurlar. İşleri gerçekten zor...
Şansları da, yolları da açık olsun.
Leyla ve mecnun, Asli ile Kerem, Ferhet ile Şirin....
Bana çok uzaklar, geçmişdeler(!)...
Bu konu da yorum yok...

Şirin dedi ki...

Keşkeci;
Leylâ ile Mecnun nisan ayında da gösterimde... İstanbul'a yolun düşse de izlesen:)

Adsız dedi ki...

Ziyaretiniz için çok teşekkürler:) yazdıklarınızla mutlu ettiniz beni. sayfanıza zaman ayırıp , yazılarınızı okuyacağım...
sevgilerimle:)