Salı, Mayıs 19, 2009

Sesimizi yer, gök, su dinlesin!

Bugün 19 Mayıs ... 
Ulusal kurtuluş savaşımızın başlangıç tarihinin 90.yıldönümü...
16 Mayıs 1919'da İngiliz işgâli altındaki İstanbul'dan köhne bir vapura biner Mustafa Kemal... Bandırma Vapuru tüm gücüyle hırçın Karadeniz'den Samsun'a ulaştırır Mustafa Kemal Paşa'yı... Günlerden 19 Mayıs olmuştur... Hep şöyle kayıtlıdır 19 Mayıslar belleğimizde görüntü olarak: Bir güneş doğar Samsun'dan. O güneş Mustafa Kemal Atatürk'tür! O güneşin doğum günüdür de bu anlamda 19 Mayıslar bize. 
Kutlu doğum günümüz ulusca... 
Hani birilerine minnet, şükran duyup da kutlu doğum kutlayacaksa  Türkiye Cumhuriyet'inin vatandaşları işte o gün bugündür! 
Bugün hâlâ her şeye rağmen(!) bağımsız, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti çatısı altında yaşıyorsak bunu dünya durdukça ulu önder Atatürk'e borçluyuz. 
Bugün kendisine son padişah gibi yaftalar yapıştırılan zatta eğer Atatürk olmasaydı sorarım nasıl oturacaktı o koltuğa... 
Atatürk'ün büyük adımlarla 10 yılda uygarlaştırdığı ülkeyi nasıl da hızla geri götürmeyi başardılar?Bugün içinde bulunduğumuz geldiğimiz nokta hiç kuşkusuz ki Atatürk'ün düşlerindeki Türkiye değil asla! 
Ben ve benim gibi düşünenler biliyorlar ki Atatürk yattığı yerde asla rahat uyumuyor... 
Ama her şeye rağmen umut yok mu? 
Var elbette umut... 
Umudumuz, geleceğimiz çocuklarımız, gençlerimiz...
Gençlerimiz ne alemde derseniz işte orda biraz içim burkuluyor benim. Apolitik bir gençlik oluşturuluyor. Ama karşı devrimciler boş durmuyorlar asla. Bizim apolitik gençliğimizin karşısına beyinleri nur risaleleri ile ve daha ne çok hurafelerle dolu gençlerle dolduruyorlar boşluklarımızı. Bu beyinleri yerinde yeller esen robotumsu karşı devrimci nesile karşı bizimde gençlerimizi kesinlikle daha çok erken yaşlardan başlayarak politika içine sokmamız gerekiyor. 12 Eylül öncesi yaşadıklarımızın sindirilmişliği yüzünden hep geri tutttuk gençlerimizi politikadan. Ve sonuç işte böyle oldu. Oysa gençler ülkenin sorunlarına daha erken yaşta sahip çıkıp söz sahibi olmalıdırlar ki sorumluluk duyabilsinler. Yıllarca onları "aman örgütlenmelerden uzak dur", "vatanı kurtarmak sana mı kalmış" gibi teranlerle politikadan soğutup sadece seçim sandığında oy vermekle demokratik olduğunu sanan bireyler haline bizler getirmedik mi?
Bugün biraz olsun bizim kuşağı eleştirmek istedim. Bizler bu apolitik gençliği elbette bilinçli yaratmadık. Bize 12  Eylül travması olarak miras kalmış bir durum. Bizim suçumuz nerde derseniz eğer; bu aymazlığı görüp de hâlâ ses çıkaramıyorsak, gençlerimize "sen karışma sakın" diyorsak işte orda biraz durup düşünmemiz gerek. 
Zübeyde Hanım'da oğluna "Aman oğlum sen karışma" deseydi...
Mustafa Kemal'de "Padişamın sen çok yaşa! Vatan elden gitmiş ne gam!" deseydi...

Bugün Türk gençliğinin günü.
Okullarda, stadyumlarda gösteriler yapılacak. Güya gençlik bayram kutlayacak... Bu da ayrı bir konu. Gösterilerle ne bayram oluyor, ne gençlik bayram havasını soluyor. Ulusal duygularımız aslında böyle böyle sekteye uğruyor. Gençlik Marşı'nı yürekten söyleyecek gençler arzu ediyor aklım yüreğim. 
Bugün İstanbul bir vedaya hazırlanıyor.
Türkân Saylan son yolculuğuna çıkıyor.
Ve bugün gençlik uğurlayacak Türkân Saylan'ı...
Bekliyorum gençliği büyük kitleler halinde bugün uğurlamaya...
Yeni güneşler doğsun  istiyorum karanlıklar içindeki ülkemin ufuklarında...

"Dağ başını duman almış / Gümüş dere durmaz akar / Güneş ufuktan şimdi doğar / Yürüeylim arkadaşlar / Sesimizi yer, gök, su dinlesin / Sert adımlarla her yer inlesin!


Sesimizi daha kimler isterse dinlesin!

Yeter ki sert adımlarla yer-gök inlesin!

Türkân Saylan'ı uğurlamanın böylesi anlamlı bir güne denk gelmesi takdir-î ilâhi değil de nedir?

Hiç yorum yok: