Pazartesi, Temmuz 14, 2008

Pazar gezmesi...

"Ev bastı beni"

Öyle derler ya! Bende öyle oldum sandım kaç gündür kendime. Eve kapandım sıcak İstanbul günlerinde. Yola çıktığımda sanki asfaltların sıcağı eritecek beni. Ev daha sessiz sakin geldi bana bu günlerde sanıyorum. Ama çıkmadıkça evden dışarı daha bir içine hapsediyor duvarlar insanı. Sanki yavaş yavaş içindeki harca katıyor ruhumu duvarlar. Öyle bir an geliyor ki. İstesenizde artık çıkamıyorsunuz dışarı. Vardır ya hani öyle insanlar. Alışınca insan evin içindeki güvenli ortama sanki sokağa çıktığında yok olacak korkusuna kapılır an gelir. Sağlıklı bir ruh halide olanlar için geçerli değil elbette bu söylediklerim. Ama hani ucundan da olsa darbe aldıysa ruh işte bi yerden başlar bu halde artı dert olarak. Bu ruh durumunu anlatan şakayla karışık bir trajediyi komedi-drama olarak dizi konusu bile yapmışlardı.

"İki oda, bir Sinan"... Hiç de unutmadım. Gülerken insanın içini burkan bir diziydi. Nedim Saban'dı Sinan rolünü üstlenen oyuncu....

Bu kısa hatırlatmanın sonucunda ben de irkildim. "Sokağa çık sokağa" diye bir iç ses geldi sanki, şakayla karışık:))

Pazar günü İstanbul içi özellikle turistik yerler vatandaşlardan yana boş gözüküyor. Ama sağolsunlar turistler yeteri kadar yoğunluk ve çoğunluk yapıyorlar. Tarihi yarımadanın artık gerçekten tarih olan Eminönü ilçesi tarafında ve Beyoğlu- Galata bölgesinde Türk'ten çok yabancılara rastlıyoruz böylesi sıcak günlerde.

Bizde ver elini Galata dedik küçük oğulla... Ben bu şehirde doğdum ve yaşadım... Son nefes nerde olur? O'nu bilemem ama bildiğim bir şey var ki... Yedi göbek yaşadığımız bu şehrin üstümdeki büyüsünü hâlâ çözemedim. Her gün bir başka yüzünü bilinmeyenini görüyorum. Ömrümün sonuna kadar da bilinmeyenlerinin sonu gelmeyecek gibi.

İşte böyle bir benim bilinmeyenlerimden biri idi Kırım Kilisesi... Tünel'den Galatasaray'a doğru yürürken Kumbaracı Yokuşu'ndan Tophane'ye doğru salıyoruz kendimizi... Az yürüyüp sağa sapıyoruz. Önce küçük bir cami karşımıza çıkıyor:Hacı Mimi Camii... Bu küçük mütevazî camiciğin yanında heybetinle beliriyor Kırım Angelikan Kilisesi... Nasıl muhteşem bir yapı. Hemen beni etkisi altına alıyor. Eminim her gören aynı duyguyu yaşıyordur. Etki altına alamasının en büyük özelliği topraklarımızda böyle bir mimari yapının çok olmaması. Belki de hiç yok. Çünkü görürür görmez Kuzey Avrupa şatoları gözlerinizin önüne geliyor! Her nedense bende Robin Hod'u anımsadım bu kiliseyi görürgörmez... Ne Rum, ne Ermeni, ne Katolik İtalyan kilislerine benziyor... Resmen bir kale, şato. Granit taşlardan yapılmış yapının her yanı... Çok ilginç ik çan kulesi var.

Demir bahçe kapısı kilitli olduğundan bahçesine dahi girmedik. Dıştan bir kaç foto çekerek netten araştırma yapmaya karar verdim. Ama en kısa zamanda kilisenin açık olduğu bir gün içini de görmek istiyorum.

Netten araştırdığıma göre bu kilisenin tarihçesi kısaca şöyle:Kınm Savaşına katılan İngiliz askerlerinin anısına inşa edilen kilisenin arsası Sultan Abdülmecid tarafından temin edilmiştir. Yapımına 1858 yılında başlanmış ve ancak 10 yıl sonra tamamlanmıştır. 1971 yılında cemaati iyice azaldığı için kapatılan kilise, 1991 yılında yeniden ibadete açılmıştır.
Neogotik bir mimarisi olan kilisenin, inşa esnasında kullanılan bütün taş malzemesi Malta'dan getirilmiştir.

Ara sokaklarda Kumbaracı Yokuşu'nun kedileri ve onları büyük bir sevgiyle besleyen Leyla'yla tanışıyoruz...


Kediler ne yazık ki çok sağlıksız ve bakımsız haldeler. Belli ki bir tek Leylâ'nın çabası yetmiyor tüm kediciklere. Mahalle halkı Leylâ'ya destek verecekerine köstek oluyorlarmış anladığım kadarıyla... Çok üzücü bir durum. Canımız sıkılıyor :((
Daha sonra yanımıza gelen mahallenin çocuklarıyla konuşup dertleşiyoruz biraz. Neyse ki onlar geleceğimiz umudumuz... Çok güzel bakıyorlar yaşama çevrelerine... Yeter ki büyükler engel koymasa... Onların yüreklerindeki umutların asla bitmemesi için dua ederek ayrılıyoruz bir İstanbul köşesinden yine diğer bir İstanbul köşesindeki evimize dört duvarımıza ulaşmak için...

Hiç yorum yok: