Cuma, Kasım 02, 2007

İstanbul'da Sonbahar!

İstanbul'da Kasım günleri...
Her yerde Kasım var oysa... Ama ben bilsem bilsem İstanbul'un Kasım'ını bilirim... Bir geldi pir geldi Marmara'ya Kasım... Moskova'dan soğuk hava dalgasını da takmış koluna öyle gelmiş... Daha da hızını alamamış Balkanlar'dan soğuk hava da sipariş etmiş... Gelsin gelsin... Severim Kasım'ı ben... Sonbaharın en dolu dolu yaşandığı ay... Lososlar, fırtınalar, yağmurlar... Ters dönen şemsiyeler, ıslanan ayaklar, üşüyen eller... Isınmak için alınan bir avuç, közde kavrulmuş kestane kebap...Önce avuçtan avuça zıplatılır ardında kabuğu usulca soyulur ve lüpletilir... Şimdi bu zevki yaz günü nerde bulursunuz...
Ya başka neler yapılır sonbaharda? Eskilere daldım "neler yapılır" diye düşününce... Çoook eskilere...
Aklımdan hiç çıkmayan anılardır dedemle ilgili olanlar... Dedem yemeyi yedirmeyi üstelik de gezmeyi çok severdi... Bir araba sahibi olmanın lüks olduğu zamanlarda arabasının keyfini onun kadar güzel çıkarana da zor rastladım.. Peynir için Edirne'ye, çini sürahi almak için Kütahya'ya gittiğini bile hatırlıyorum bebek aklımla...
Mevsim sonbahar ve ben dedemlerde kalmışım... Kesin annem eve dönerken dedem "birini bırak bari, evimi sessiz bırakta gitmeyin böylece" demiştir... Ve de piyango bana vurmuştur:))
Akşam yemeği sonrası bir rehavet çöker... Mazbut bir İstanbul evi kendi halinde... Bizim zıpır bohem dağınık sanatçı eve hiç ama hiç benzemez dede evi... Ataerkil bir havası vardı... Duvarda guguklu sarkaçlı saat, koskoca gövdeli ahşap radyo... Fasıl saati çoktan geçmiş... Sobadaki odunlar ha geçti ha geçecek... Anneannemim kedileri İnci ve Uğur da artık sarmal hale gelip uykuya koyulmaktalar... Anneannem yatakları hazırlıyor... Dedem de yatmaya hazırlanıyor derken birden ayaklanıyor...
"Bırak yatak matak hazırlamayı Hacer hanım! Hazırlan bakalım, gidiyoruz!"
"Aman Talat bey! Gece gece ne oldu yine... Hadi yatalım... Tüm gün yorulmuşsun... Bak Şirin de pek küçük... Uyku akıyor çocuğun gözünden"
"Hıh sen öyle san anneanne"... Zıp diye fırlardım dedemin yanına... Hani nerdeyse üstümdeki gecelikle gidesim var... Kaçır beni dede:)) Neyse dedem galip gelir... Koyuluruz yola... Nereye gideceğiz diye heyecanlı bir yolculuk başlardı benim için... "Çılgın dedem yine nerelere yelken açacak" Aa Balat'a geldik... Büyük teyzemlere ... Dedem bu teyzemin amcası aslında... Neyse büyük teyze ve onun Selanikli kocası eniştem de arabalarıyla bize takılırlar hiç itirazsız... Dedem "kalkın geliyorsunuz" dedimiydi herkes peşimizde yani... Eee büyük sözü dinleniyor o yıllarda...:))
Soğuk, yağmurlu ve de bana uzun gelen eğlenceli bir yolculuk başlardı... İstikamet Boğaz! Emirgân... Çaycı da gelir arabaya ama dedemi kesmez... Ah bir gözleri parlardı... İşte göründü!
Salepçi! Ya meğer dedemin derdi salepmiş... Ama evde içilen değil Boğaz'ın soğuyla titrerken içilen salep... Ne zevk ama... Bana miras kaldı o zevki... Bir de ağzımı yakmadan içebilmeyi becerebilsem salebi :)
Kasım dı soğuklardı derken söz dedeme geldi... Bitti mi bitmez... Dedemli çok çok anım var...
Sevgili dedem! Işıklar yağsın üstüne! Söz ilk fırsatta Boğaz'da senin ruhuna kaldırıp fincanı öyle içeceyim salepi!


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Senin sonbahar yazılarını özlemişiz.
Bir sonbahar sevmez olarak; anlattıkların da donbaharı özleten bir hava var, bir an kendimi sahleb içerken buldum...

Deden yaşamayı bilen yaşamayı bilenlerdenmiş, bak anılarıyla bizleri bile keyiflendirdi.

hoşçakal.