Pazartesi, Nisan 16, 2007

Erguvan... Erik hırsızı... Deniz hırsızı...



Yine Erguvan günleri İstanbul’da.... İstanbul ve Erguvan... Birbirlerine karışmışlar bir zamanlar... Öyle ki Bizans İmparatorluğunun uğuru olmuş Erguvan’ın rengi... Daha sonra Osmanlı döneminde de sahip çıkılmış Erguvan’a İstanbul’da... Korunmuş kollanmış... Şimdilerdeyse ancak Boğaz’ın çok az kalan yeşil alanlarında aralardan fışkırır Erguvanlar "biz burdayız" der gibi...Onlar Boğaz’ın her iki yakasında arz-ı endâm ederlerde ne olur sanki... Çok az kişi farkındadır Erguvanlardan... Bakar da görmezler hatta... Çoğu kişi bu ağaçların Erguvan olduğunu da bilmez... Benim ki ne söz... Bilseler ne olacak ki sanki? İyi ki de çoğu insanların kolay ulaşamayacağı yamaçlarda yetişmiş... Bir de kırıp kırıp dallarını yakarlar canını belli mi olur... İyisi mi kalan Erguvanlar hep böyle yamaçlarda eteklerde kalsınlar... Kimse bilmesin de, eller uzanmasında yaşayabildikleri kadar yaşayabilsinler...
Şimdi Erguvan açar da ne olur sanki... Çok güzel olur bence... Mayıs’ı müjdeler Erguvan bana... Güller ayı Mayıs’ı... Leylâkları, Hanımellerini, Filbahrileri... Ve de ah ki ah... Yeşil erikleri... Yok öyle tezgâhtaki hormonlu yeşil erik değil canımın çektiği...
Çocukluğum gelir aklıma... Bu zamanlarda cebime tuz koymadan çıkmazdım sokağa... Usta bir erik hırsızı idim... Biz İstanbul’da denize erken girerdik çocukluğumda, gençkızlığımda... Şubat’ta bile denize girdiğimiz oldu... Bu yüzden hep önlemli çıkardım sokağa giderken... Çiftehavuzlarda otuyoruz... Sağım solum meyve ağacı... Hele ki erikler... İçimde bikinim, cebinde tuz... Böyle hazır çıkardım... Önce İpar Köşkünü’nün yüksek duvarlarına tırmanmak gerekti en lezzetli eriklere ulaşmak için...Çoğu kez köşkün kâhyâsına yakalanırdık... Ama nedense bizim yakalanmalarımız öyle hazin sonuçlanmazdı... Kâhyâ bize anlayışlı davranır hatta ahırlara gidip atları sevmemize bile izin verirdi... Bilirdi o erikleri biz yemesek kimse yemeyecek... Dalında durup gidecekler... Bizler o güzelim erikleri hiç kırmızı yapmadık evvelallah... Eriklerle doyduğumuzu sandıktan sonra sıra denize girmeye gelirdi... Sokağın sonunda küçük bir sandal iskelesi vardı... (Şimdi oraları artık doldurulmuş durumda Dalan tarafından... Ne yalılar kaldı artık Çiftehavuzlar’da ne de sandal iskelesi...) Daha ısınmamış denize evden izinsiz girmek çok keyif verirdi hepimize... Sırf bu yüzden başımıza neler gelebileciğini de bildiğimiz halde nedense bu yasaklı yüzmelerden vazgeçemezdik... Ardından zangır zangır tireyerek eve gitmek vardır ki:) İçler acısı:) O anda anneme yakalanmamak gerek... Yoksa felâket! Neydi bizi böylesi havalarda denize bile girecek kadar kışkırtan şey acaba? Ne kadar cesurmuşuz diye düşünmeden edemiyorum şimdi... Şimdi girmekte istesem neden giremiyorum... Özgürüm... Değil Nisan’da Ocak’ta denize girsem kim karışır? Karışmışlar hem de öyle karışmışlar ki... Artık ne denizim kalmış, ne iskelem... Özgür olsam ne olur?

Ey Özgürlük!

Sen bir başına ne işe yararsın?

*Yazıya nerden girdim, nerden çıktım? Nazar kesin bir söz söylecek yine:)

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Erguvanları hep görürdüm am bakar geçerdim. sayende onlarda benim çekim alanıma girdiler. Bak uymayan bir yanız varmış.. Ben çocukken bahçali bir evimiz vardı, kocaman bir erik ağacımız vardı, öyle çok erik olurdu ki erikler büyüdükçe dalları taşımazdı, bu yüzden herkese, yoldan gecene bile çevirir verirdik, ama ben ağaca çıkamazdım, kardeşlerim bana verirlerse yerdim...
Yasaklar çekicidir, yasaklar olmasa, herkes neler yapardı? nasıl bir kaos yaşanırdı?
niyede özgürlük güzel şey, her yerde, her konumda özgür olmanın tadını çıkar...

Adsız dedi ki...

Gelemedim kaç gündür.. Sea paşam burada idi.. askerim..can oğlum..bugun yol ettim onu...öpe koklaya...tez vakitte gelir inşallah..yarısı kaldı..
İpar yalısını magazin sayfalarında okurduk..ne çok yazılırdı o köşk.. demek sende oralarda idin.. erik hırkızı..:)) bende çağla bademçalardım..kütür kütür götürüdüm.. kapımızın önündeki ağaçdan evsahibimiz çok kızardı.. eee göz hakkı var değil mi.. yada biz kendimizi öyle avuturduk. balkonuma hergün yeni bir çiçek geliyor..dikiyorum menemen bardağı gibi diziyorum.. rengarenkler.. burada herkesin evinin bir yanında bahçesinde duvarında kapı önünde mutlak çiçeği var.. buldukları her yere dikiyorlar.. çiçekçilerde kokoş hatunlar şuundan da ver şundan da... derken beni farkediğp.. handendinin işini görün ben daha çok alıcam dedi biri geçenlerde.. bende.. aaa ben sizden daha çok alırım belli olmaz...dedim kadın gözlerini pörtletti..öylemiii dedi....)
ben gönül çiçekleri topluyorum.. senden de birerguvan kaptım..senin adın erguvan olsun şirine sende erguvan çiçeğinin havası var......sevgi ile kal...iyi geceler

Şirin dedi ki...

Ah Nazar;
Daha bu ne ki... Benim daha ne sabıklarım var... Dosyam kabarık... Bir erik olsa, bir deniz olsa ... Şimdi saysam blogerın sayfaları yetmez:)
Ama bileydim sen erikleri sağa sola dağıtıyorsun sana bi tuhaf bakardım... Erik ağacına çıkmaya üşenen çocuk? Garip bi durum? Bunu incelemeye alalım... hatta psikolojik yanlarını da inceleyelim.. Bir de şu yüzme takıntın vardır senin... Ben ne kadar yüzmeyi seviyorsam sen o kadar uzaksın denize... Bir de FB'lisin üstelik... Ama sen benim arkadaşımsın üstelik... Bunun da bir açıklaması olmalı...

Süreyya;
Seapaşa'na kavuşmaya az kalmış... tez gitmiş tez dönsün... Eee ben napayım söyle bana... İki tane yollayacağım... Küçük oğul şimdiden altyapı hazırlıyor...bana geçen gün "hani bir türkü vardır ayşecik filminde" falan derken Muzaffer akgün'den "asker eyledim" türküsünü indirtti netten... Bana bişi olmaz dedim de ... oldu hemde nasıl oldu... Türküyü sonuna kadar dinleyemedim ilk kez... Boğum boğum oldum... Hain evlat geçti karşıma bakıyor bana... "Güzel provaydı" demez mi... yahu film öncesi çekim praovası mıdır hayat denen şey! Zamaneler her şeyle dalga geçiyorlar...

NAZLICA dedi ki...

Çocukluk anılarını anlatırken gözümün önüne geldi yaptıklarım. Kaç kez dut ağacından düşmüşlüğüm var bilemezsin. Bir keresinde çenem ikiye ayrılmıştı. Hepsini saf ve tertemiz anılar olarak hatırlıyorum.Şimdi çocuklar toprağa basmadan büyüyorlar. Biz belki yaramazdık ama onlardan daha sağlıklı büyüdüğümüz, katledilmemiş doğayla iç içe, her nimetinden faydalandığımız kesin.Sevgiyle kal canım.