Salı, Mart 13, 2007

Plastik Çiçek(!) Kadıncıkları...


Nicedir aklımın bir köşesini işgâl etmekte bu konu! Plastik ya da yapay çiçekler... Hani şu çarşıda pazarda sebil gibi satılan... Sebil gibi... Yanlış oldu... Sebillerde hayrat için içecek verilir... Karşılığında ücret alınmaz... Bu demek oluyor ki yapay çiçekler sebil de değil... Ama bir kadın türü vardır ki bunlar yapay çiçeksiz bir eve katlanamazlar... Biraz önce Nazar’a uğradım... Benim uzun süre önce diğer bloguma koyduğum yazarı belli olmayan “fanila giyen kadınlar” yazısındaki gibi aynen yapay çiçek kadınları da bir kategori bence... Ben de fanila giyen bir kadın cinsi olduğumdan yazıyı bana ithaf etmiş Nazarcığım!
Ben bu yazıyı kime ithaf etmeliyim acep?
Ben yazacağımı yazdıktan sonra kim çıkar derki acaba”ben plastik çiçeklere bayılırım!”...
Bir eve girdiğimde eğer ortamda plastik bir çiçek görürsem o evden hemen kaçmak isteği hasıl oluyor bana... O ev ve de özellikle o evin kadını bana çok yapay görünüyor... Bugün pazarda hızlı hızlı alışveriş yapmaktayım... Pazarın en alıcı noktasında bir bakıyorum ki güruhlar halinde kadınlar... Renk renk plastiklere saldırıyorlar ÇİÇEK diye.... Neden onların ÇİÇEK değil de PLASTİK olduğunu görmüyorlar... Hiç mi çiçek görmedi bu kadınlar... Acaba suçu bizim maço erkek kültürümüzde mi aramalıyım? Şu kadıncıklara akşam eve gelirken ellerinde bir demet çiçekle dönmeyi beceremediklerinden midir acep bu çiçek tanımazlık... Hani öyle kuru sert bir iklimde yaşarız da Sibirya gibi örneğin, belki biraz olsun hak verebilirim... Ki Sibirya’da bile buzların altından otları koparıp vazoya koyarım ben herhalde... Bir komşum vardı... Rus Oksana... Benim en yakın dostumdu... Abla kardeş olmuştuk onunla... Onun arkadaşları geldiğinde hangi saat olusa olsun benim kapıda biter “Çabuk aşağıya gel! Rus Votka, tuzlu balık, rus turşu ve de benim arkadaşlar” Doğrusu hiçbirini kaçırmayı göze alamazdım... Her ne işim varsa evde hem aşağı kata iner, beş dakikada da kafayı bulmuş olurdum... En sevdiğim konu ise onlara özellikle Sibiryalı Olga’ya ülkesini anlattırmaktı.... Yosun yemeyi onlardan öğrendim... Bir yudum Rus votkasından sonra kıpkırmızı yanaklarımı görünce başlarlardı... “Sen Türk değil! Kesin Rus!” Tam bir kavga konusu... Evet atalarımın bugün Ukrayna toprakları olan Kırım’dan gelmişler emme ben Türk’üm! Çünkü orası Türk vatanı derdim... Ben de onlara verip veriştiridim... Neden bu kadar çekik yahu sizin gözleriniz... Kısaca Viki dediğimiz Kırımlı Viktoria “yahu beni söyletme şimdi... hangi taşın altını kaldırsan Türk çıkıyor bizim oralardan” diye açık yüreklilikle itirafta bulunuyor... Biraz sakinleşiyor
dum o zaman... Ama yine başlarlardı beni kızdırmaya... Oysa onlar benim kadar çabuk gaza gelip kızmazlardı bana... Oksana’ya kaç kez bağırmıştım... Haklıydım gerçi... Hiç kızmamış, karşı gelmişti bana... “yahu kendini savunsana!””haklısın ne diyeyim” der susardı... Severim Oksana’yı kardeşimden öte şimdi çok uzaklarda olsa da... İşte bu Oksana’nın arkadaşı Olga’yı son görüşüm vardır ki hiç unutamam... Kapıya geldi birgün... Çocuklar açmış kapıyı... Beni çağırdılar... “Gel içeri Olga” dedim... Binbir ısrar evime geldi ilk ve son kez... Bana bodur kılıç dediğimiz bitkiyi getirmiş elindeki kağıda sarılı... “Bunu sana getirdim; benim için yaşat bunu emi” dedi... “Zordur bu bitki” dedim... Yo çok zor değil Şirin! Sadece sevgi vereceksin suyla birlikte... Bizim Sibirya’da yaşamaz... Ki benim nereye gideceğim bile belli değil... Zarar görüp ölmesin, yaşasın istiyorum” dedi... Hiç çocuğu olmamıştı Olga’nın ... Ama sanki çocuğunu en güvendiği dostuna emanet edip gider gibi gitti... Sibirya’nın buzları gibi soğuk mavi pırıl pırıl gözleri yaşardı... Sanki gözlerindeki buzdağları eriyordu gözyaşının sıcaklığından... sarıldık ve vedalaştık! Hâlâ gözüm gibi bakarım O’nun bana emanet ettiği bitkiye... Onun adı bizim evde Olga’nın bodur kılıcı’dır... Ona su verirken bir gün belki Olga’nın gelebileceğini ve yaşarken görmesi gerektiğini söylerim ona... Belki bu yüzden başka zaman dilimlerinde bir türlü yetiştiremediğim bu güzel bitkiyi hâlâ yaşatabiliyorum... O da bekliyor bir gün Olga gelir diye besbelli... Oksana’nın da vardır çiçekleri bende... Onlarda bekler bir köşede... Kedileri de vardı Oksana’nın apartmanın arka bahçesinde... Onlar beklemezler... Bilirler ki dönmeyecek Oksana... Kendisi aç yatsa da köşedeki bakkaldan “ver bana 100 gram salam” diyerek kedileri besleyen Oksana kim bilir şimdi nerde? Sokakta kalmış kedi yavrusunu kucaklayıp bana kakalamış olsa da severim Oksana’yı... O kedi Sarman olmuştu sonra yaşamımdan hiç çıkmasını istemediğim... Ama ne yazık ki geçen yıl 2 şubatta kaybettiğim... Sarman'ı özlerim, Oksana'yı severim...Ama evindeki vazoları saksıları yapay çiçeklerle donattığını sanan, evini güzelleştiridiğini düşünen kadınlardan da açıkçası bir o kadar nefret ederim... Bana gelmesin plastik çiçek seven kadınlar... Plastik ve çiçek... Birbirine ne kadar uzak... Korkarım ben bu plastik çiçek seven kadınlardan... Doğal olandan korkan, emek vermekten korkan, sevmekten korkan kadınlar... Yapay kadınlar!

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Sana yorum yazarkenemin ol çekiniyorum.. okuyanların "bozacının şahidi" diyecekelr diye... Ama her yazdığım doğru...
dediklerine katılıyorum bende şu yapay çiçekleri hiç sevmiyorum, benim evimde bir tane var o da getirenin hatrına duruyor... çiçek yetiştirmek, onlarla konuşmak, çiçeklere içimi dökmek benim terapimdir...
plastik çiçekler zoraki sevginin, kolaycılığın simgesidir bence..
filizlenmiş bir kuru soğanı saksıya koyup yeşilendirmek bile pekçok şaşalı yapay çiçekten kıymetlidir...
yine ortak noktamızı buldun..
SIRADAKİ?

Serpilce dedi ki...

Bende çiceği çok severim.ama evim sobalı olduğu için zor oluyor.hele kışın bakımları çok zor.
Bende yazın balkonuma küçük bir sera yapıyorum.sebzeler yetiştiriyorum.sabahları onlarla konuşuyorum suluyorum.onlarla vakit geçirmek bana büyük bir zevk veriyor.onlarda bana meyvelerini veriyorlar.Geçici de olda bende çicek yetiştirme isteğimi böyle gideriyorum.
Ama şunada itiraf etmeliyimki birkaç tane yapma çiceğim var evimde.En azından bakım olayı yok.
Ama ben sana geldim kızmamışsın inşallah.

Adsız dedi ki...

Şirinler şirini...)önce bir itiraf...çok şükür bu evimde balkonum var... balkonumda baharla birlikte çoğaltmaya başladığım çiçekler...tomur tomur...evimdede yapma bir iki çiçeğim var.. birini ben aldım..papatyalar..yazın görüp almıştım.. gerçeğinden farkı yok... benden nefret et ama acıma....)))ha birde kelebeğimin düğün yemeğinde sandalyeleri süsledikleri yapay çiçeklerden aşırdı idim.. bir şeker kavanazundada onlar var...ama..çalıştığım yerde sahici çiçekler olan tek masa benimki.. sanki uzaylıyım gibi bakıyorlar bana...hele sabhaları göreceksin beni.. işe koşturanlar beni çiçeklerin arasında buket yaparken görünce ne diyorlar bilmem..bir çiçekçi gördüm burada.. yan tarafında parkımsı bir yer var... o parkı kışın yapma çiçeklerle donatmıştı.. ve bende sevmemiştim bu görüntüyü valla..herşey bir yana.. yazı yine muhteşem..iki kez okudum...duygulandım...Olga ve Oksanayı sen olmasan tanıyamıyacakdık...çiçeklerini.. ve sana kakaladıkları Sarmanı...çok yaşa sen emi şirinem...can arkadaşım..bir itiraf.. SENİ SEVİYORUM.)

NAZLICA dedi ki...

Ne müthiş bir hikaye bu ve son noktayı da koymuşsun yazının en son satırında. Birara bu plastik çılgınlığı had safhadaydı, öyle evlerde oturamıyordum ruhum daralıyordu. Neyseki artık etrafımdaki insanlarda yok böyle şeyler. Esasen kültürümüzde çiçek yetiştirmek var da eve giderken 1 demet çiçek alıp gitme alışkanlığı hiç yok. En fazla bir hafta sonra çöpe gidecek bir demete para vermek kimsenin işine gelmiyor.Esas sorun para Şirinciğim. Doğal olandan korkmaları değil, ben böyle düşünüyorum.