Salı, Şubat 27, 2007

İstanbul yine de İstanbul!

Yollardayım yine... Yok yok uzun yollarda değil, İstanbul içi yollarda... İstanbul’da bi yerden başka bir yere giderken sanki şehirlerarası yolculuk yapmış gibi olursunuz... Hatta ne şehirlerarası kıtalararası da yolculuk yapabilme olanağınız var... Ben garip bir İstanbul seyyahı olduğumdan bu durumdan çok memnunum açıkçası... Hangi şehir bana bu hazzı verebilir acaba diye çok düşündüm durdum; ama inanın bilemiyorum... Ömrüm İstanbul’da geçti. Ama bu nedenden değil elbet bu düşünceler... Bakıyorum da İstanbul’a başka yerlerden gelip kıyaslama yapanlara... Zorluyor düşüncelerini İstanbul’dan daha ağır basacak bir kent bulmaya... Ben de bu arayışlara düşmüşümdür zaman zaman... Hatta bi ara arka arkaya Newyork rüyaları görmüştüm... Sürekli Newyork sokaklarında dolaşıyordum rüyamda... Dolaşmak ne sözcük, üstelik orada yaşam kurmuştum... Alicek oradaydık... Bir gün hiç unutmam (bir gün değil canım; bir geceJ ) Newyork’da yaşarken canım İstavrit çekmişti... Şöyle bol rokalı kıvırcıklı bir salata ile iyi gider diye düşünürken kendimi Broklyn Köprüsü’nün altındaki balıkçılardan balık almaya gitmiştim J Aaa o da ne? Tıpkı istavrite benzer bir balık...Kuzey Atlantik sularından çıkan bir balık öyle çok istavrite benziyordu ki... İşte o zaman Newyork’da da yaşayabileceğimi düşünmüştüm... Kahvaltı sofrasında rüyamı ev halkına anlattığımda bana garip garip bakıyorlardı... “Ne yani sen şimdi yalnızca istavrit benzeri bir balık Newyork’da var diye İstanbul’a alternatif mi bulduğunu sanıyorsun?”


Yooo ben yalnızca “İstanbul’dan uzakta ancak nerde yaşamaya katlanabilirim? “ sorusuna yanıt arıyorum... Dün yollardayım dedim ya yazımın başında... Alışverişimi bitirmiş akşamı etmiştim otobüse binerken... Beşiktaş’tayım... Tam karşımda “Üsküdâr’ın dost ışıkları”.... Kız kulesi bir nur gibi yükselmekte kararan sularda.... Newyork’un Özgürlük heykeli olan elinde meşaleli kız,acaba babasının ölümden korumak için Kız Kulesi’ne hapsettiği kız mı? Kulesi burada İstanbul’da kalmış, kızcağız da daha özgür bulduğu için Newyork’a gitmiş olabilir mi acaba? Newyork’u seçmesinin nedeni benim gibi İstavrit meraklısı olduğundan olabilir mi acaba? Böyle haller içinde otobüsün içi oldukça ısınmakta... yolcu sayısı da bir hayli... Oturan, ayakta hiç farketmez hem hemen herkesin kulağında bir kulaklık... Belli ki müzik dinlemekteler... Ne yapacaklar ki başka... Birbirimizle konuşacak halimiz yok ya! Hepimiz birer ayrı dünyalar kurmuşuz bir avuç içi kadar otobüsün alanı içinde... Bir otobüs içi kadar doluca yaşamlar... Her birimiz bir başka alem... Eve gider gitmez ne yemek yapmalıyım? Kafamı hafifçe cama yasladım... Çaktırmadan şu poşetten bir koko çıkarsam ucundan ucundan yesem... Dayanamıyorum ya! Yedisekizhasanpaşa Fırını’nın önünden geçince hep bu tuzağa düşüyorum... Yalnızca ben mi.. Aklında hiç de kurabiye yemek gibi bir düşüncesi olmayan yüzlerce masum insan her gün bu fırının önünden geçerken çevreye yayılan bu efsunlu kurabiye kokusunun öyle bir etki alanına giriyorlar ki... Açıp dalıveriyorsunuz fırının kapısından içeri... Ben de öylesine bilinçsiz bir şekilde daldım... Tek amacım kokuya daha da yakınlaşmaktı.... İttirdim kapıyı girdim her zaman ki gibi... Fırının önündeki koca taşın üzerinde tepsiler dolusu çeşit çeşit kurabiyeler... tatlılar tuzlular... paskalyalar... Anasonlu galeta... Selânik gevreği... Anlatamam... Kokuyu koklamak gerek ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu anlamak için... İnanın çok soğukkanlıların dışında çoğumuz buraya önce kokusunu daha yakından duymak için gireriz... Fırıncı bana ne istediğimi sordu... İstem dışı bir şekilde tezgâhın üzerinde ilk gözüme çarpan kokolardan istedim... Cebimden bir beşlik çıkardım... “Bu kadarlık olsun” dedim... Arkamdan fırının kapısından içeri dalan kızcağız canhıraş bir şekilde bağırdı! ” Nasıl bir koku bu ya! Nasıl yapıyorsunuz bunu?” Ah zavallım hiç sorunun yanıtını arama... Al cebinden çıkanla birazcık kurabiye benim gibi vınla çık... Sonra halin harap... Buralara yeni yolu düşmüş besbelli... Bundan sonra daha çoook gelirsen sen buraya... hadi sana iyigünleeeer!
Nerde kaldık?
Otobüsteyim dedim ya... Poşetteki kokolarda aklım... Yavaşça poşete daldırdım elimi... Kesekağıdını sessizce açtım ve evet kokoyu buldum... Kırıverdim bir parçacık... Bir lokmacık... Kokusu da çıkmasın diye çabucak ağzıma atıverdim... HIMMMMM.... Aman da aman... umarım sağa sola kokusu gitmemiştir... Nasılda yoğun bir hindistancevizi tadı var ağzımda... Akşam oldu... Şehrin ışıkları artık belirgin...Tam Galata Köprüsü üzerindeyim... Topkapı Sarayı ve Ayasofya tüm olağanüstü güzellikleri ile karşımda... Trafik tam burada tıkansa da saatlerce bu anda kalsam diye geçiriyorum içimden... “İşte kıyaslama notum diyorum”.-Nerde bu olağanüstü duyguya kapılacağım ben?
Yok yahu! Doğa ve insan bir araya gelmiş yüzyıllarca İstanbul’da... Hep güzellikler yaratmışlar...Amma gel zaman git zaman insan doğa kadar dürüst davranmamış İstanbul’a... İnsan atalarımız hangi ırktan olursa olsun (Cenevizli, Bizanslı, Osmanlı) benim için hiç ayırdı yok, hep güzelliklerle süslemişler bu kenti... Ama 1950’den sonra belki de dünya varolulalı beri en büyük talanı yaşamış İstanbul! Halen de yaşamakta... Ah sevgili atalarım... İstanbul’un doğası ve sizlerin İstanbul’a bırakıp gittiğiniz güzel armağanlarınıza bakınca güzel duygular yaşamamak olası mı? Ama bu duygular ne yazık ki çok uzun sürmüyor... Artık köprü üstünde değiliz... Trafik artık adım adım gitmekte... Işıklar yanıp sönmekte bir yeşil bir kırmızı... Araçlar sürekli şerit değiştirmekte... Ne trafik var ne kuralı... Maganda kültürünle sürmekte trafik... İyi ki bi arabam yok... Ne yaparım ben bu kadar kuralsızlar içinde... Kurallara uyanlar uymayan çoğunluk tarafından öyle bir taciz görüyorlar ki... Ben otobüsten durumu gözlemlemekteyim... Hadi fahri trafik görevlisi olayım bari... Yahu hangisini ihbar edeyim... O kadar çok ki... Nasıl uykum geldi... Göz kapaklarımı açık tutmakta oldukça zorlanıyorum... Herkesin kulaklıkla müzik dinlemekte demiştim ya... Bana da koro halinde ritimleri geliyor... Otobüste oturanlar ben de içlerinde olmak üzere şekerleme yapmaktayız... Ayaktakiler de uyuyacaklar ancak dur kalk dur kalk fren yaptıkça habire sallanıyorlar... Uyuyamıyor garipler... Öyle tatlı bir uyku bastırdı ki anlatamam... Birden “aman kendine gel! Gerçekten uyumaktasın ha! “diyerek kendimi uyarıyorum... Şöyle bir koltukta sırtımı gererek uykumu açmaya çalışıyorum... Otobüste uyumanın dayanılmaz keyfinden nasıl kurtulurum yahu?
Bir ıztırap dolu trafik işkencesinden nasıl da zevk alınır? Mazoşist miyim ben yahu?

2 yorum:

NAZLICA dedi ki...

Şirinciğim valla beni çatlatıyorsun bir İstanbul severi olarak. Çok kez geldim ama üst üste koysan 3-5 ay geçirmişliğim var oralarda. Ama heryerini keşfetmeye öyle meraklıyım ki hiç sorma, sabah bir çıkıyorum gece dönüyorum. Nasıl özendim oralarda olmayı.Şehrinle binlerce yaşa canım, sevgilerimle

Adsız dedi ki...

Ya ben sana ne diyeyim be güzellik..hep diyeceksin aynı şekilde başlıyorsun yoruma...kıskandım inan..seninle beraber İstanbul turu yaptım...ne gariptir...istanbula üç kez geldim.. her üçündede havaalanından öteye gitmedi... ama havadan kuşbakışı izledim.. hem gecesi hem gündüzünde...benim için İstanbul inan kaf dağının ardı..masal ülkesi.. belkide hiç topraklarına ayak basmadığım için..yazdığın yazıyı al olduğu gibi yayına koy...köşe yazarları okusa kıskanacak inan...biliyormusun dıuygularımız üç aşağı beş yukarı aynı...bende dün narlıdere tarafına gittim..bir arkadaşımada uğradım dönüşte...kardeşim gibi severim onuda.. dönüşte otobüse bindim.. şöylee pencere kenarı...gözümün gördüğü heryeri inceledim..denizi.dükkanları..insanları.. güneşi..satıcıları...belki bir daha yüzlerini göremiyeceğim insanlara baktım...onlarla ilgili varsayımlarda bulundum... çantamdaki çukulatadan da çaktırmadan bir parça koparıp..yedim..kimseler görmesin diyede ilginç hareketler içine girdim.. görenler ne demiştir acep..kendini iyi hissetmediğin anlarda... bineceksin bir otobüse. gezeceksin yaşadığın tüm kenti..ne gam kalacak nede gasavet....) ve..herzaman açıktır kapım şirinem..canım arkadaşım..sevgiler..kelebeğimde keyifdeyim.. birazdan kalkıp dağıttığım yerleri toplıyacağım..sanki başka iş kalmamış gibi kelebeğime bir tığ ve boncuk kullanarak bir kolye yaptım...akşama yemeğe onu yeriz herhalde...sevgiler