Pazar, Ağustos 03, 2008

Susmayı seçmek de yetmiyor ki acıya dayanmaya....

Ağustos geleli kaç gün olmuş... Baharlar yazlar geçe dursun, devran döne dursun... Ay tutulsun, güneş kavursun, rüzgâr savursun... Kızıl erik fırtınası da geçti... Üzümler iyiden iyiye olgunlaşmakta ağırlaşmakta asmalarda... Bu kaçıncı mevsimler dönüşüm... Kaç mevsim geçti hayatımda otursam saysam?
Utanıyorum böyle gevzekçe hesaplar yapmaya bugünlerde... Toprağa sarılmış kimbilir kaçıncı yazını kutlayan koca koca ormanlar binlerce onbinlerce ağaç cayır cayır yanarken, yanan bitkilerle birlikte içinde barınan hayvanlar, börtü böcek de çığlık çığlık bağıyorlar... Öyle bir çığlık ki nerde olsan duyuyorsun... Yangın yerinden kilometrelerce uzaktayım oysa... Ne kokusu ne dumanı sardı beni. Hiç gitmedim Akdeniz'e... Hiç nefes nefes içime çekmedim Manavat'ta o güzel havayı ciğerlerime... Ama yine de yüreğim yanıyor...
Yanmak devam ediyor en acısından inatla...
Konya'da adına yurt denilen bir yazlık çocuk hapishanesi gaz sızıntısı sonucu yıkılıyor!
Bir anne baba düşünün!
Yaz gelmiş... En değerli varlığının yazını alıp böyle bir yerde yaşatıyor. Herşeyi yasadışı bir yer.. Ve bu yerler biliyoruz ki o kadar çok! Bizler, yakından uzaktan böyle yerlerle hiç ilgisi olmayan vatandaşlar olarak bile böyle yerlerin varlığını biliyoruz da nedense(!) devletin ilgili resmi birimleri buralardan bihaber!
Enkaz altından körpe bedenler ceset olarak çıktı olmayan gelecekleri ile birlikte yok olarak... Artık onlar dua öğrenmeyecek... Anneleri babaları şimdi öğrendikleri bildikleri dualarla arkasından ağlayacaklar... Mı acaba? Suçlayacaklar mı acaba kendilerini bi an olsun?
"Neden yavrumu ellerimle böyle bir yere hapsettim" diye?
Küçük oğlumun ilkokulda bir arkadaşı yazın böyle yerlere(!) yollanıyordu.Annesi ablası kara çarşaf giyerler, ellerine dahi kara eldiven takarlardı...
Yaz günleri çocuğa rastlardık. Oğlum ne kadar mutlu normal ise o çocuk bi o kadar durgun dalgın olurdu. Ben ancak abla ile konuşabiliyordum. Anne beni gördüğünde "zındık" görmüşcesine başını çevirir selam falan vermezdi. Kadın keza öyle şartlanmış. Ben ablayla ancak konuşabilirdim. Bir yaz günü kardeşi de yanında idi karşılaştığımızda. Biraz ayak üstü sohbetten sonra çocuk benden ve oğlumdan cesaret alarak ablasına artık o kurs denen yere gitmek istemediğini söyledi. Ablasının gözleri büyüdü hiddetten. Bizim yanımızda böyle bir istekte bulunması çok acı vermişti ona besbelli..
Oysa çocuk işin daha bırakın siyasal sosyal yanını irdelemeyi sadecebir tek şey istiyordu:
UYUMAK!
Evet!
Uyumak...
Çocuk yaz sabahları her çocuk gibi biraz geç kalmak isterdi yataktan... Ya da kimse kalk demeden kalkmak istiyordu... Üstelik evleriyle aynı ilçede olan bu yerde(!) çocuk yatılı kalıyordu.
Tamamen ETİ SENİN, KEMİĞİ BENİM....
O masuma ne kaldı... Şimdi eti de kemiği de bi kefen içinde annebabaya verildi... Onlar da toğrağa verdiler...
Ölen çocuklardan biri Leyla!
Babasından "kurana geçtim" diye ödül olarak bir çift terlik istemiş.
Analar babalar çocuklarının şehit olduklarını düşünüyorlarmış... Nasıl bir koşullanma? Nasıl bir yok oluş?
Tanrım bu kullarını sen yarattın!
İster istemez düşünüyorum.
Üretim hatası ne kadar çok!

Hiç yorum yok: