Cuma, Haziran 27, 2008

gitmek mi zor kalmak mı zor?



Yaşamak ne kadar çok varsa yakınımızda ölümde o kadar çok aslında görmesini bilene... Belki ölüm daha çok çok... Doğacaklar yitip gidenlerden daha mı fazla olacak şu anda ki dünya zamanına göre düşündüğümde? Çok salakaça sorularla doldum yine... Hadi çocukken sorardım böyle sorularda hem düşünür hem eğlenirdim kendimce... Babamın buzlu rakısının tadını çok kaçırmışımdır böyle sorularla...


Haziran gidiyor ya... Gidenin ardından bi efkâr basar ya insana... Öyle bir duygu işte bu akşam... Anneanneme gitsem orda kalmak için yırtınırdım... Babam çoğunlukla tam takım olarak evde olmamızı isterdi akşamları... Üç kardeşten biri ayrı kalmasın isterdi... Gün gelir nasılsa darı gibi dağılırlar diye bilirdi besbelli... Belki de annesiz tek çocuk olarak büyümenin derin acısı vardı içinde... Bende tam aksi dedeminde ölümünden sonra anneannemin yalnız kalmasına çok üzülüyordum... Teyzemle dayım vardı gerçi yanında ama ben daha yeterim O'na gibi gelirdi..Siyah kabloya bağlı kulaklıklı bi garip teleofon vardı dedemin evinde. Konuşmak için ayrı bir parça duymak için ayrı parça olurdu. Hani Nuhnebi'den kalma derler ya... Öyle bir şey bu telefon...Tabii ki o telefonun kullanımda olduğu zamanlar o modele nuhnebi denmiyordu... Yani sözün özü bugüne göre artık antika oldu o telefonlar... Babamı arardık o telefondan... Şimdiki gibi kontör kontör para yazmıyor ya o zamanlar... Hey gidi günler... Ne bollukmuş beh:)) Saatlerce dil dökerdik babamıza birimizden birimiz bir gecelik de olsa anneannemde kalalım diye... Adam gazetede işinin başında... Sayfası, gazetesi baskıya yetişecek.. O da şimdiki teknoloji değil... Yaz bilgisayara başında iki şık şık bir tık tık... A klavye daktilo edilir yazılar... Karikatürler klişehaneye, yazı mürettiphaneye yetişecek....Prova baskısı var... Meyhane baskısı var... Mecbur bizle baş edemez "hadi kalın biriniz "derdi... Ne sevinç ne sevinç... O gece anneannemim dantelli çarşaflarında yatacağız... Guguklu saatin tiktaklarıyla mışıl mışıl... İnci ve Uğur anneannemin kedileri... Onlarla daha bi koklaşacağız... Ve en önemlisi benim için; anneannem ben sokağın sonunda kayboluncaya kadar arkamızdan bakmayacaktı... Çünkü her eve dönüşte beni en çok yıkan sahne oydu... Artık gittikçe uzaklaşan görüntüsüyle anneannem arkamda kalırdı... Eli havada sallanırken... Ne zaman sokaktaki yatırın yanına vardık artık ayrılık demekti...


Evet böyle işte... Ne güzel ben artık kalan taraftayım derdim... Hüzün bitti mi? Nerde? Giden olmak zor da sanki kalan olmak kolay mı? Şimdi de anneannemle annemi, abimi, kızkardeşimi yollayan tarafta oluyordum... İçime hep bir yumruk çökerdi işte böyle hallerde... Çocukça bir kavrama işte içinde bulunulan hali... Büyürsem bu sorunu ben çözerim derdim... Bu ayrılık ne menem bir şeyse hallederim derdim... Tüm dünyayı dev bir ev diye düşledim... Herkes içinde olsa... Kimse sokağın ucunda kaybolup gitmese... Ya da sokağın başından dedemin cumbalı evine el sallamasa... Bugün bu yaşımda çocukça saf hayallerimi hatırladığımda gülüyorum acı acı o küçük kıza... Böyle algılayarak başladığım çin mi hayata karşı bu kadar dayanıksız oldum... Yıkılmadım ama dik durmak içinde zorlandım çok zaman... Tüm çocuklar böyle mi hayal etti dünyayı... Daha mı gerçekçi daha mı zekice düşler kurdular?

Hiç yorum yok: