Cuma, Mayıs 16, 2008

TUTKUNUN ROMANI bitti....



Hiç operaya gitmek kısmet olmadı ömrüm boyunca. Üstelik şan eğitimi almış ve evinde sürekli aryalar söyleyen bir babanın kızı olarak. Hayatın çetin sorunlarınla uğraşırken operaya zaman ayırmak lüks geldi bana da, çoğumuza geldiği gibi. Ama hiç de uzak bulmadım kendimi operadan. İlkokul yıllarında aldığım bale eğitimim etkisi belki de. Yani ben bu kadar yaklaşmışken bile bir opera izleycisi olamadım. Sanırım bu biraz kültür işi. Eğitim politikası olmayan iktidarların bizleri getirp bıraktığı nokta. Halkın sanatsal olarak daha çok ileri gitmesini sağlayacak altyapılara yatırım yapacaklarına daha çok halkın köleleştirilmesine zemin hazırlayan camilere, kuran kurslarına yatırım yapılmasıve de göz yumulması tesadüf mü?
Şimdi biraz alıntı...
¨¨¨¨Atatürk, Paris'e ve yıllar sonra Soyfa'ya ateşe olarak gittiğinde yaşamı değişti. Toplumda opera ile bale nin önemini, gücünü gördü. Atatürk'ün Sofya günlerini kaleme alan Altan Deliorman o önemli geceyi şöyle anlatıyor:
"Bulgarlar ve Opera... Mustafa Kemal bunu işittiği zaman hayretten donakaldı. Demek ki Bulgarların bir de operaları vardı. Bizim egemenliğimizden kurtulalı üç-beş yıl olmasına karşın, Bulgarlar’ın operada rol alabilecek sanatçıları vardı. O denli şaşırdı ki ilk gece için hemen bir yer aramaya başladı. Ama başvurduğu yerlerden eli boş dönüyordu. Yeni geldiği için çevre de edinememişti. Neyse ki iyi bir rastlantı ile Eğitim Komisyonuna üye olan Şakir Zümre Bey ilk gece için iki yer edinebilmişti.
Mustafa Kemal şık ve zarif giyinmeyi severdi. Elbiselerini Viyana'dan diktiriyordu. Operanın gala gecesinde siyah simokin giymişti. Bu siyah kumaş, sarı saçları ve mavi gözleriyle hem zıtlık hem de çekici bir renk uyumu yaratıyordu.
Perdenin açılmasına yirmi dakika kala operaya Fethi Okyar ile gelip yerlerine oturdular. Bu gece ünlü "Carmen" oynayacaktı. Tüm Sofya sosyetesi ve yabancı devlet temsilcileri yerlerini alıyorlardı. Sonunda ağır atlas perde açıldı. Müzik başladı ve sanatçılar sahneyi doldurdular.
Baş kadın rolünde Porfola vardı.
Bu sanatçı yalnız Bulgaristan içinde değil dış ülkelerde de o günlerin en tanınmış "primadonna"sı idi. Baş erkek rolünde ise Makedonski oynuyordu. Makedonski de devrinin en iyi "bariton"larından biriydi.
İlk perde başarıyla oynandı. Alkışlar kesilip on beş dakika ara verildiğinde, kral locasından gelen bir yaver, Türk elçisi Ali Fethi Okyar ile Türk Ataşesi Mustafa Kemal'in kral tarafından davet edildiğini bildirdi. Gittiler. Kral Ferdinand uzun boyu, hafifçe kırlaşmaya başlayan sakalı ve yumuşak bakışlarıyla sanki tek başına locayı dolduruyordu. Sağındaki koltukta kraliçe zarif ve açık bir tuvalet giymiş olarak oturuyordu.
Kral her iki konuğunu övdükten sonra sordu: "Sanatçıları nasıl buldunuz?"
Mustafa Kemal'in daha önce pek operaya ayıracak zamanı olmamıştı. Selanik, Manastır, Dersaadet, Şam dağları, Trablus çölleri, Trakya toprakları, uygulamalar, manevralar, savaşlar...
Opera eleştirisi yapabilecek müzik ekinini nereden edinebilsin?
Tüm bildiği Paris'te izlediği bir-iki yapıttı. Ama ister istemez, biraz haklı, biraz da diplomatça, “Olağanüstü majeste” dedi. “Gerçekten olağanüstü...”
İkinci perde başladığı zaman Mustafa Kemal neşesiz ve durgundu. Oyunu kimi anlar boş gözlerle izlediği oluyordu. Belli ki kafasında başka düşünceler vardı. Opera bittiğinde alkışlarla, perde birçok kez açılıp kapandığı sahneye buket buket çiçeklerin taşındığı, sanatçıların alkışlara belki de yirminci kez reveransla karşılık verdiği dakikalarda da Mustafa Kemal’de aynı durgunluk sürdü.
Şakir Zümre Bey, davet sahibi olmak önadıyla Bulgarya Oteli’nde bir "supe" hazırlamıştı. Operadan çıkınca oraya gittiler. Yanlarında General Kovaçef, General Fiçev ve milletvekilerinden Marko Totef vardı. Atatürk neşelenmeye ve açılmaya başladı. Bu arada Kovaçef'in güzel kızı Maria'yı da ilk kez gördü.
Kaldıkları Spendid Palas'a döndüklerinde saat gecenin ikisine geliyordu. “İyi geceler” diyerek ayrıldılar. Mustafa Kemal kendi odasına, Şakir Bey de aynı kattaki kendi odasına geçti.
Aradan birkaç dakika geçmeden Şakir Bey bir gürültü duyarak irkildi.
Kapısı çalınıyordu. Gecenin ilerleyen bu saatinde kimdi bu?
Şakir Bey kapıya açmadan sordu:
“Kim o ?”
“Benim, Şakir uyudun mu?” Mustafa Kemal’in sesini duyunca Şakir Bey kapıyı açtı. Mustafa Kemal’in üzerinde pijaması vardı.
“Uyku tutmadı, biraz konuşalım diye geldim” dedi ve içeri girdi
Karşılıklı oturdular. Mustafa Kemal düşünceliydi. Sonra birdenbire Şakir Bey’in yüzüne dikkatli bakarak şöyle dedi:
“Şakir, kim ne derse desin, şimdi Balkan Savaşı’nda yenilgimizin nedenini daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Oysa baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş, opera binası bile yapmışlar.”
O denli üzgündü ki Şakir Bey bu konuda bir şey söylese ağalayacak gibi duruyordu. Gözleri buğulanmıştı. O anda "muazzam ve muhteşem" Osmanlı İmparatorluğu’nu düşündüğü, bu imparatorluğun başkenti İstanbul'u, İstanbul'un dar sokaklarını, köhne evlerini belleğinden geçirdiği belliydi.
Sonra başını iki yana salladı:
“Ah” dedi. “Bizim ülkemiz de acaba operaya kavuşacağı günleri görecek mi? O düzeye birgün çıkabilecek miyiz?”

¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨¨

Bir gün elime aldım ve bir solukta o okudum Leyla Gencer'in tutkusunu...
O'nun hep uzaklarda olması bana garip geldi. Ve bir gün yine uazklarda gitti bu dünyadan... Külleri karışacak kıyısında doğduğu Boğaz'ın sularına... Benim genetik akrabam sayılır O! Aynı aynı havadan aynı sudan aynı topraklardan çıkmışız. Bu yüzden başka sızladı içim O'nun gidişine...
O'nun tutkusunu kaleme alan Zeynep Oral kitabını imzalarken bana da dilemişti aynı dileği hem söylerken gözlerimin içine hem de yazmıştı...
Daha bitmemişti kitap basılı olsa da..
Ancak bitti işte "TUTKUNUN ROMANI"...
Güle güle Leyla Gencer!

3 yorum:

Adsız dedi ki...

harika bi yazı..seni çok kişilere ulaştırmalı..tebrikler

Adsız dedi ki...

harika bi yazı..seni çok kişilere ulaştırmalı..tebrikler

carpediem dedi ki...

yazıyı çok beğendim Şirinim...
eline sağlık olsun...
1900 lü yıllardan geleceği görmüş atamızın mirasına sahip çıkılmamış olması ürkütücü ve vahim...
ne diyebilirim ki,hala tebaa olmaktan kurtulamamış olan insanlarla dolu bu ülke...