Çarşamba, Nisan 16, 2008

Ağzı var konuşuyor!


"Havalardandır" dedim durdum da yazamadım nicedir... Ben tembele herşey bahane ya:)) Bir havalardan birgün sulardan şikayet edip bulurum yolumu işten kaçmanın... İşsiz bir insanım ya bendeniz... Bu blogda benim işim işte... Kendimin patronuyum burda. Ne her gün "yaz" diye başımda dikilen var;  ne de "niye böyle saçma sapan konular yazıyorsun" diye sansürleyen bi yazı işleri müdürü ... İlan servisi de dikilmez tepeme öyle tepeden tepeden... "Bugün yazınızı yayınlamıyoruz; çünkü yerine ilan aldık."
E birde Emin Çölaşan gibi kovulmak gibi bi olasılığım da yok... Ay çok hoşum ya:)) Biz google'a yahoo'ya sansür uygulamış bir sistemin içindeyiz değil mi ama... Hep sansür uygularız... Benim de böyle bir tehlikenin içinde olduğumun farkında olmalıyım... Demek ki tek dış etken engel yine bizim memleket havalarından gelir... Sağlık olsun der ona da eyvallah deriz... Sıra bana gelirse...
Ama benim asıl engelim benim içimdeki engel.. Ne yazmaya kalksam "dur" diyor. Neden diyorum... Hepimizin bir iç sesi vardır ya hani.. İşte O! Kendileri içimde vır vır da vır konuşur durur... Ben bi söz edecek olsam "sus sen bakim" der... Yazmak için ne sözcükler ne tümceler biriktirir dururum...Hepsini bi çuvala toplar atar... Hani windows'un çöp kutusu gibi... "Aman dur silme hepten" desem de çok geç olur çoğunlukla ... O her sözü söyler ama bana hep sansür uygular... Bu yüzden de söylediklerim yazdıklarım aslında hep eksik kalır... Bu iç ses yüzünden derdimi anlatamadan gideceğim ya bu yalan dünyadan ona yanarım...
Atsam içimden onu atamıyoum... Hatta bazen susarsa da arıyorum desem yalan olmaz... Ama bana bu kadar engel olmasaydı belki daha başka bir insan olacaktım :))
Artık şu anda nerde olurdum, nasıl olurdum, kim olurdum bilemiyorum...
Ama herhalde bu ülkede çok da sevilmezdim çoğu kişi tarafından... Ha arada belirtmeden geçmeyeyim.Bu satırları şu anda iç sesten gizli yazıyorum.. Şimdi ona danışsaydım "bu gün ne yazayım" diye kesin beni yazmaktan engelleyecek bahaneler bulurdu... Günlerce, haftalarca neler birikti şu kafacağımın içinde...Güzeller güzeli Türkiye'min başbakanı açıklama yaptı da "en az 3 çocuk yapın" diye, iç ses yüzünden yazamadım... Bana neymiş efendim.. Herkes kaç çocuk isterse doğursun kim ne derse desinmiş... Yahu "ben de düşüncemi yazayım ne olur ki" dedim...
"Yok sen yazma bu konuda. Çünkü tarafsın dedi"
"Tamam işte bende taraflık hakkımı kullanayım" dedim...
Neyse bugün onu taktığım yok işte görüldüğü üzere..
Efendim bendeniz de gençkızlığımda nedendir bilinmez ama hep dört çocuk hayali kuradım kafamda.. Bakın burda RTE ile aynı konuda teyet durumdayım:) Amma velakin evliliğe bodoslama girince kazın ayağının ne olduğunu gördük... Çılgın hayalimde iki kız iki oğlan çocuk vardı... Eee bu çocukları beslemek içinde bir çiftlik gerekti... İlk bebek kucağa alınınca baktım benim hayatım yok artık... Uykusuz geceler, yorgun günler... Üstelik çok şükür sağlıklı da bir bebeğim vardı...O daha bebekken ardından gelecek büyük sorunların çığ gibi büyüdüğünü ve gittikçe gözüm açılacağını ve başka çocuk da doğurmaya cesaret edemeyeceğimi farkettiğim an ikinci bebeği istedim... Beni bu konuda arka arkaya doğum yapan anneler çok iyi anlar... Bir tezattır bu durum. Hem bir çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu kavramaya başlar insan ve hemen ardından yeniden bebek yapar...
Ve bendeniz kucağımda iki bebekle geçirdim en güzel yıllarımı... Asla pişman değilim...Demek istediğim şu aslında... Neden zırvalıyorum buralara kadar... Dilim döndüğünce açıklayayım... Böyle bir açıklamayı hani " en az 3 çocuk yapın" demeyi halktan birisi çıkıp söyler... Demokrasi var bu ülkede... Camideki hocada kilisedeki papazda cemaatına böylesi talkınlar verebilir... Ama bir başbakansan eğer böyle tehlikeli bir söz etmeyeceksin... Çünkü Türkiye'de 80 sonramıza damga vuran Özal'ın gelenek haline getirmesiyle oluşan bir durum söz konusu... Bizim toplumun bir kısmı yani "bir kısım halk" bu tür söylemleri kanun hükmünde kararname addediyorlar... Ve de hemen uygulamaya başlıyorlar... Eminim ki RTE'nin bu söyleminden sonra hemen o gün sırf başbakan istedi diye kaç çift çocuk yapmıştır... Artık sayın siz! 9 ay sonrası falan Türkiye'de kaç bebeğin adı Tayyibe ya da Recep? Öyle çoğalacaklar ki.. Okula başladıklarında öğretmenlerin işi zorlaşacak... Her adın önüne bir sıfat koyacaklar çocukları ayırmak için... Şaka gibi belki komple teorim ama gerçekleşek... Göreceğiz... O kadar cami var tabii ki cemaat gerek adamlara... Okul mokul düşündükleri yok... Doktor yetersizmiş, hastane yokmuş... Kadınlar nasıl sağlıklı doğum yapar acaba diye düşünen bi başbakan? Nerde? Ben göremiyorum... Çocuklar iş bulamazsa ilerde hiç dert değil.. Tayyip amcaları verir ellerine birer kartvizitini... "hamili kart yakınımdır... gereğinin yapılmasını "der ve Amerikalarda iş bulur bu bebelere de mi? Bulur bulur ***** bulur...
Ey halkım işte bizi böyle vururlar... Topla tüfekle değil.... Az çocuk öz çocuk dersin yemez yedirir giymez giydirisin... Eğitimli bir insan yetiştirisin ancak bu kez de rahat vermez emperyalist güçler... O'nu da türlü çeşitli dalaverlerle kendilerine alırlar... Adam ettiğini alıp kendileri kullanır edemediğini almaz ama toprağında köle olarak kullanır... Her kafadan bi ses çıktı malum bu konuda... Bende bu kafalardan bi oldum işte en sonunda... Bu ülkede çocuk doğurup "sağlıklı ve eğitimli bir insan nasıl yetişir" sorusunu sürekli kendisine soran bir kadın kişi olarak elbette benimde sözüm olmal diye düşündüm...
Sorarım ben bu başbakana:
Bütçe yaparken eğitime sağlığa ne kadar pay ayırıyorsun?
Doğsun dediğin çocuklardan eğitme katkı payı alacak mısın?
Doğsun dediğin bebelerin daha anne karnından sağlıklarını garanti altına alıyor musun?
Doğsun diye fetva verdiğin bu bebelerin anneve babalarının sosyal güvenlik haklarını nasıl sağlıyorsun?
Daha sorayım mı?
Yok acırım sana RTE!
İnan sorularıma asla yanıt veremez altında kalırsın...
Benim ülkemin çocuklarının topraklarını kuruttun. ABD ve AB istekleri doğrultusunda tarım alanlarının ekilmesini kısıtladın.. Artık kendine yeten bir tarım ülkesi değiliz sayesinizde. Ki biz dünyaya yeterdik. Bak pirincimizin başına gelenlere. Dünya açlık çekerken ve bizde yetecek pirinç varken nasıl oluyorda 
TMO birilerine 15 günde satıveriyor pirinci? Neler oluyor neler?Tenceremdeki yeşil mercimek artık Kanada'dan geliyor. Ne sanayileşebildik ne de tarımımız kaldı. Köylüyü kente göçe zorladınız. İş mi verdiniz? Nerde? İşi olanlarda işini kaybetti AKP döneminde.Varoşalara tıkıldı köylüler.... Ramazan'da açtığınız iftar çadırlarıyla kışın verdiğiniz bir kaç çuval kömürle gözlerini boyadınız.
Aç açık, yurtsuz yersiz işsiz güçsüz bıraktığınız bu insanlara birde hâlâ "çocuk doğurun" diyorsun RTE!
"Köylü milletin efendisi" demişti Atatürk. Çünkü ulusal ekonominin temelinin ziraat olduğunu biliyordu. Nasıl bir devlet kurup da bırakmıştı Atatürk bize. Ve biz o devlet yapsını politikalarını nasıl ellerimizle verdik kimlere?

Başbakan! Bin düşün; bir konuş!

Hiç yorum yok: