Pazartesi, Mayıs 07, 2007

Pazartesilerim benim...

Yine yine yeniden bir pazartesi günü... Bu pazartesi yeni bir pazartesi... tüm pazartesiler yenidir aslında... Haftanın ilk günü... Nedendir(?) bilinmez ama çoğunluk genelde sevmez Pazartesi’yi... Bu yüzden bir hafif rahatsızlık durumunun adı dahi olmuş bugün...”Pazartesi Sendromu”...Haftanın ilk günü olması, ilk iş günü olması demek...Ben çalışma yaşamım boyunca haftanın değişik günleri tatil yaptığımdan ve de hafta sonları çalıştığımdan hatta hiç hafta izni yapmadığım günlerde olduğundan ötürü olacak bu Pazartesi’ye öyle çok da husumet beslemedim doğrusu...
İlkokul yıllarıma gittiğimde önemliydi Pazartesi benim için... Aşırı titiz bir çocuk olduğumdan mıdır nedir arkadaşlarımın en temiz göründükleri, misler gibi oldukları gündü Pazartesi... Genelde ülkemizde ne yazık ki çocuklar ancak hafta sonları yıkanır gibi bir kural vardır. Bunu ileriki yıllarda çocuklarımın okul yaşamı başlayınca da yakından gözlemledim...
Ben kendi ilkokul yıllarıma dönmeliyim şimdi... Dedim ya herkes kesin banyo yapmış olurdu... Mis gibi sabun kokardı sınıf... O zamanlar direkt şampuan uygulamazdı saçlara... Önce şöyle halis zeytinyağından yapılmış bugünün dandik sabunlarına benzemeyen gözleri de acayip yakan beyaz sabunlar vardı... Şampuanı çoğu insan bilmezdi bile... Kaç kere sabunlanırdık kaç kere... Sıkıysa “gözüme sabun kaçtı” diye mızmızlan ve de ağlamaya başla... Yersin o kalıp sabunu kafana kafana... Haşarı bir çocuk olduğumdan dizlerim dirseklerimde sürekli yara bere içinde olurdu... Sabunlu su geldikçe daha da işlerdi yaralarımın acısı ama elinde bir kalıp sabunla annen varsa karşında sus pus olurdun... Neyse ki annem anneannem gibi banyo sonuna kadar bizi şartlayıp şurtalayıp paket yapmazdı... Biraz rahat bırakırdı, oynardık küvetin içinde... Biz şanslıydık kardeşlerimizle... Annemiz bir su kuşu olduğundan her gün yıkanmaya alışkındık.. Severdik banyoyu... Oysa arkadaşlarımın tüm hafta nasıl da yıkanamadıklarını bilirdim... İsteseler de evden hep itiraz gelirmiş... “Pazar günü ya da akşamı yıkanacaksın...” Kolay değil... Nerde şimdiler de olduğu gibi anında sıcak su... Termosifon denilen bir soba vardı banyolarda genellikle o yıllarda İstanbul’da bizim evlerde... (Çoğu evde o da yoktu... Daha lüks semtlerde hidrofor denilen merkezi sıcak su sistemi de vardı... Zıtlıklar kenti İstanbul!)
Bu termosifon denilen banyo sobaları, kazanları ya gazla ya da “yanar” denilen ve de bakkallarda satılan talaşlarla yakılırdı... Bu talaşlar özel olarak gazlanır ve poşetlenirdi... Bizim eve en çok satın alınan maddelerden biriydi... Balkonda sürekli yanarlar dururdu... Kokusunu da pek severdim... Çocukluk banyolarımın arayıp da bulamadığım farklarından biri de budur belki... Beyaz sabun kokusu ile karışmış yanan talaş kokusu ve de alev çıtırtıları...
Pazartesi... Okul... Bayrak töreni bitti... Sınıflara girdik... Kızların saçları örülü, bembeyaz kurdeleli... O kurdeleler öyle kolay kolay olmaz saça ... Yıkanır, kolalanır, ütülenir.... Annemin bizim kurdelelerimizi sobanın borusunda ütülediğini(!) anımsıyorum... Evet ya! İki ucundan tutuğu kurdeleyi sobanın borusuna sürterek ütülerdi resmen... Çok da güzel olurdu... Ama kolalı kurdeleleri böyle yapmazdı tabii ki... Bir de kafada ağırlık yapan kocaman kolalı kurdeleler vardı...
Oğlan çocukları ise Pazartesi saçlarına başlarına daha özenli imiş gelirdi bana... Hele ki bizim sınıfta bir Ümit vardı ki... Her gün saç baş karmaşık gelirdi sınıfa... Yüzünü bile yıkamazdı... Çok dayak yemiştir bu yüzden zavallım öğretmenlerden...
Ama o bile pazartesi düzgün olurdu... Mendiller sıranın üstüne konulur... İki mendil, iki el, sıranın üstünde... Tırnak kontrolü... Mendiller temiz olacak kesinlikle...Yakalar kolalı ütülü... Önlükler temiz... Çoraplar temiz... Ayakkabılar? Eyvah! İşte orada durun... Evden nasıl çıkarsanız çıkın... Boyalı, cilalı, tertemiz... Hiç fark etmez... Ben girerdim bir çamura su birikintisine...Muzur çocuktum ya... En büyük zevkim ayaklarımı su birikintisine sokmaktı... Yollarda görmeyeyim hemen şap şap dalardım suya... Bu yüzden hâlâ bir çocuk görsem su birikintilerine basmaya çalışan destek olurum... Yanında annesi varsa ikna ederim kızmaması için... O çocuk o anda benim içimdeki çocuktur çünkü... Onu savunmam gerek diye sahiplenirim... Çok tartıştım bu yüzden pek çok insanlarla yollarda...”sana ne be kadın!” Ama çok çoğunun da gönlünü kazandım bu yüzden... O çocuk gözlerinde anlaşılmış olmanın parıltısını görmek bana büyük mutluluk verir her zaman...
Konuya dönelim... Temizlik kontrolünden az çamurlu ayakkabılarla yırtardım... Bu benim her günkü halimdi... Hep temiz ama hep de çamurlu... Nasıl olurda becerirdim... Ev de okulun karşısındaki blok... Düzgün gelsem yok bir şey... Amma illa olacak bir çamur... Nazar değmesin diye mi yapardım acep :)
Bu yüzden severdim Pazartesileri ben hep... Tüm arkadaşlarım temiz olurdu... Kalemler, silgiler bile yenilenirdi Pazartesileri...
Ne gün geldi ki ben de Pazartesi sendromu başladı... Kadıköy’deyiz... Ortaokula gidiyorum artık ve de yatılıyım... Annem karar verdi! “kolej eğitimi almalıymışız”
Bize soran yok! İki kız kardeş yine Kadıköy’de bir koleje üstelik de yatılı olarak verildik köleler gibi... Ben ne kadar çırpındıysam da dinletemedim anneme... Yataklar, yorganlar, pijamalar, gömlekler hazırlandı... Firsting first ladys .... Müdüre hanım sanırsınız tam bir İngiliz asilzadesi... Yerler kadar etekler, tepede topuz saçlar... Yarı düşük gözlüklü deli saraylı asil hanım! (Daha sonra öğrendim zaten... Hatun İngiliz Severler Cemiyetinin önde gideni imiş... Bakın kimlerin elinden nasıl kurtulmuşum J )Başladı mı firsting first laydli günler yıllar... Bana da gelmeye başladılar... Askerlik nedir iyi bilirim askerlik yapmasam da bu yatılı yıllarımdan ötürü... Tüm damarlarıma basmıştır bu yatılılık hali... Burada çıktı anarşist ruhum ortaya... “Saçlarını topla” emrine burada karşı çıktım ilk kez... İlk kez bu okulda kasadan en yüksek atlayan kız oldum... Futbol oynarken erkekler yatakhanesinin camını kırdım attığım topla...
Cuma günü bizi eve bırakırdı şöför Ziya’nın kullandığı okul servisi.. Ve de pazartesi sabahı kabus gibi apartmanın önüne gelirdi kara araba...
Ve pazartesilerden ilk kez bu okulda okuduğum yıllarda nefret ettim...

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Beni de çocukluğuma götürdün..
Pazartesiler hafta sonu tatili yapanlara iyi gelmez...
Senin de bildiğin gibi ben pazartesileri seviyorum. Pazartesilerde herkesin eşit olduğunu düşünüyorum. herkes çalışıyor, ama hafta sonları kimileri tatil, kimileri çalışıyor, tam gezip eğlenecek çağdaki çocuklar hafta içi okulda , hafta sonları dershanelerde...
Uzun yıllar dershanelerle boğuşmuş, hafta sonu tatili nedir bilmeyen biri olarak , PAZARTESİLERİ SEVİYORUM...

Adsız dedi ki...

Ben...ortada.. seviyorumda sevmiyorumda..sadece cumaya çok uzun zaman var diye kızıyorum pazartesiye....) herşeye sıfırdan başlanıyor diye seviyorum.. nedense rejime pazartesi başlanır..sigara pazartesi bırakmak için karar alınır...hep başlangıçdır pazartesi...) başlanıçlar...güzeldir..sevgi ile kal şirinem

NAZLICA dedi ki...

Şirinciğim; Pazartesiyi niye sevdiğini anlatmışsın, tebessüm ederek okudum. Okullar, ardından hemen işe başlamalar derken 7 yaşından beri ev yaşamını özleyen biri olarak çok üzgünüm ben Pazartesiler'den nefret ediyorum. Hatta Pazar gününden de. Favorim Cuma ve Cumartesi. Emekli olunca Pazartesileri de sevebilirmiyim bilmem. Belki de hergüne Cumartesi muamelesi yapar kendimi kandırırım ne dersin? Okulda her yıl temizlik kolu başkanı seçildim.Sen yazınca ben de temizmişim demekki diye geçirdim içimden. İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de öyle olurmuş aynen devam ediyor.Gücüm yettiğince herşeyi yapmaya çalışıyorum ama nereye kadar.Sen anılarını yazdıkça beni de götürüyorsun bir yerlere. Sevgiler canım