Çarşamba, Nisan 18, 2007

Açık sığınak!

Nasıl kaçıyorum evden bu havalarda... Gerçi ben yaz kış, yağmur güneş demeden yollara vuranlardanım...
Dışarıya çıkarken ararım eşimi... Bana sürekli söylediği şudur: “Bu havada mı?”
Ağustos’da da aynı soruyu sorar, Ocak’ta da... Ya güneş tepeme geçerse, ya soğuktan buz tutarsam... Bu mudur derdi acaba? Artık O da direnemiyor artık benim bu hallerime... Çünkü vurup kapıyı çıkıyorum yarı açık hapishaneden... Evden eve oturmalardan oldum olası haz etmeyen bir kişiyim... Gittiğim evde ruh yoksa ne işim var benim orda... Bir bardak çay, bir dilim pasta börek içinde geçen sahte dostluklardan sıkıldım artık...
Boğulduğum da bunaldığımda tek nefes alabildiğim yer denizdir benim... Bu yüzden denizi olmayan yerlerde birkaç saatlik ömrüm olur ... Sonra yavaş yavaş nefes alamaz ölmeye başlarım... İstanbul’u İstanbul yapan da deniz midir ki? Tartışılır..


Daha keşfedilmeyen topraklar iken İstanbul birgün bugünkü Kadıköy’e Yunanistan’dan insanlar gelip yerleşirler... Tam olarak İ.Ö.660 yılında... Kadıköy’de o zaman ki adı Halkedon olan bir kent kuralar... “Körler kenti” derler buraya... Bunun nedeni de aklımda kaldığına göre; bu kentin yönetimine gelen Bizantion yüzünden... Bir gün çıkıp da bu topraklara; bu güzellikleri görmeyip de gidip Kadıköy’e kent kuran atalarına kızmşı... “Körler” demiş onlara...İstanbul’un bugünkü tarihi yarımadası böylece ilk kez Bizantion tarafından kent olarak kurulmuş...
Güzel adam Bizantion... Güzelmiş ki gözleri güzeli görmüş... Ben de bu güzel adamın kent kurduğu bu topraklarda doğmak gibi bir kadere rast gelmişim... Doğar doğamaz yüklü mü olur insan yaşadığı toprakların yaşanmışlarına... Ben sanki öyle yüklenmiş doğmuşum İstanbul’a... Bu yüzden midir yüreğim artık ağır geliyor bana... Daha taşıyamıyorum sanki yaşanacakları... Böyle ağır taşımaktan yorulmuş hallerde vapurdayım işte... Önce kenarda oturdum... Kadıköy’e “körler kenti’ne” gitmekteyim... Deniz ve rüzgâr birlik oldular... Gerçekten de ıslattılar beni... Misler gibiydim sanki... Dünyanın en çok para eden parfümünü değişmem bu âna... Öyle güzel geldi deniz... Sonra martıları farkettim... Vapurun peşi sıra gelmekteydiler... Ben de ayaklandım bu durumda vapurun en arkasına, kıç tarafına doğru... Birileri ya da birisi yukardan güverteden ekmek ya da simit atmaktaydı... Martılarda kapmak üzere kanat kanat yol almaktaydılar vapurun ardından...
İşte en güzel bir an daha... Hep “an” lara sıkışan bir yaşam...
An’lar varsa yaşıyorum... Yoksa yokum...
Herkes böyle mi yorgun yaşıyor bu kentte...
“Buradayım” dedim içimden... Sığınağım benim tam vapurun burası...
Çocukken nane şekerimi burada yerdim... Ağzıma aldığım şekeri rüzgârla karıştırır öyle alırdım tadını...
Martılar yine vardı...
Gençliğim de burada geçti... Güldüğüm de olmuştur kesin ama ağlamak güzeldi burada... Kimse görmeden kirlenmeden denize uçardı göz yaşlarım buradan... Martılar yine vardı...
İşte her zaman buradalar... Hiç kimse olmasa da yanımda onlar hep burada... Martılar anlar, paylaşır, saklar benim hallerimi... Burada, açık sığınakta... Kördüğümümü çözemezler ama; bilirler en azından nasıl cebelleştiğimi!

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Ruh halimiz ne çok benziyor bilsen.. seninde kendinle iç konuşmaların var.. kendi kendine yaşıyorsun pek çok duyguyu...seviniyor üzülüyor.. küçük oyunlar oynuyorsun..mutlusun iç dünyanda..çok fazla kimseyede ihtiyaç duymuyorsun..kurduğun dünyada.. bakışşınla duruşunla..duygunla.. varsın.. benim içinde anlar çok önemli..anı yaşamak anı yakalamak...hissetmek..kuyruğundan kulağından...seni okumak dünyana dahil olmak ne güzel.. umarım bu yorum gelir sana... sevgilerimi yolluyorum şirincanmcım.)
yoğun günlerdeyim..haftasonu kardeşim gelecek ankaradan.. şarkılar söylerim artık ankaradan kardeşim geldi diye.. sonra izmir...gidip geleceğim tetkiklere devam.. nasılsa okursunuz :)) herşeyi anlatır oldum.. sevgiler..

Adsız dedi ki...

içindeki dünyanda neler neler yaşanıyor, bu kadar kelimelere döküldüğüne göre..
Dökülmeyenleri merak ve sabırla bekliyoruz.. hoşçakal..

Adsız dedi ki...

ben de istanbula gelip de ,vapura bindiğimde denizi,kokusunu hep içime çekerim gözlerimi kapatıp...ve yaşadığımı hissederim...İstanbul 'da olduğumu anlarım...ne güzel anlatmışsın şirinim...

Şirin dedi ki...

Süreyya;
Benim içimde deliler ordusu var...Birine sus desem diğeri açıyor ağzını... Sustur susturabilirsen:) Mutlumudr içim bu durumdan? Bilemiyorum ki? ama yorgunum gerçekten... çok tepişiyorlar...Bu yüzden pek Bakırköy dolaylarında gezmen neme gerek! Alır içeri...46.koğuşa...Kim çıkartacak beni oralardan... Çürür giderim ahir ömrümde...

Nazarcığım;
Dökülmeyenleri dökersem sen beni toparlar mısın Nazar? Ben topralamayı bilemiyorum dağıttıktan sonra...:(

Dilaracığım;
İstanbul'a geldin de bir buluşamadık ya ona yanarım...Söz sana İstanbul'a yolun düşer düşmez vapurda bir çay içeceğiz senle...
Başka türlü paylaşılmaz bu duygu:)

Unknown dedi ki...

Yine döktürmüşsün ablacım, ellerine, yüreğine sağlık. Hislerimize tercüman oluyorsun. Düşündüklerimi bazen ben söylemeden senin sayfanda yazılı buluyorum. Şu an bir gemide olmak ve yüzüme esen rüzgarı hissetmek isterdim.Ne denizsiz İstanbul ne de martısız bir deniz düşünemem. Ben şehrimi çok seviyorum ve denizi de.